ZENGİN OLMAMAK İÇİN ALTIN DEĞERİNDE 13 TAKTİK- Podcast Dinle

Zırvaizm podcast nedir? Zırvaizm, en çok dinlenen Türkçe podcast yayınlarından biridir. Bu podcasti en iyi podcastlerden biri yapan şey ise içten, çıplak ve asılcı bir diyalog ile toplumun, tüketicilerin ve çalışarak geçinen insanların ekonomik sıkıntılarına değinmesidir. Yazı, video veya podcastleri internet sitesinde, YouTube’da, hem Google Podcast üzerinde hem de Spotify Podcast ve daha bir çok platformda podcast önerisi olarak bulabilirsin ve sen de dostlarına tavsiye edebilirsin.

Fakir misin yoksa geçici olarak sıkıntı yaşayan bir milyoner adayı mı? Uzun çalışma saatleri ve üretkenlik. Fazla mesai ve İş-Yaşam dengesi. Sıfırdan gelememek.

Transkript

Nasılsın? Son yazıdan bu vakte kadar geçen sürede, yine ama yine ömrün boyunca çalışmamanı gerektirecek kadar zengin olabildiğini sanmıyorum. Ben de olamadım. Merak etme. Bu yazıda sana bunun neden “talihsizlik” veya “kötü şans” olmadığını anlatacağım.

Gel birlikte bakalım. Bizler neden ve nasıl yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edildik.

Yayına John Steinbeck’in çok sevdiğim bir sözü ile başlamak istiyorum.

Fakirler, kendilerini sömürülen bir sınıf olarak değil, geçici olarak sıkıntı yaşayan milyonerler olarak görmektedir.

Ne yazık ki ama ne yazık ki, ben de şuncacık ömrümün çok uzun bir zamanı boyunca, gerçekten zengin olabileceğimi zannederek yaşadım. Evet. Bu benim öyle düşündüğüm zamanlarda yapmış olduğum bir hata olabilir. Fakat sen hala böyle düşünüyorsan ve zengin olmayı bırak, yoksulluk sınırının üstünde yaşamaya aday olduğunu zannediyorsan bu yazıyı kesinlikle oku çünkü sana anlatacağım şeyler var.

Şu an bir işin var mı, çalışıyor musun bilmiyorum. Belki ömrünün bir döneminde çalışmak durumunda kalmış olabilirsin. Eğer öyle değilse de etrafında çalışan insanları gözlemleneni istiyorum.

Bizler, çalışan insanlar olarak, daha az film izlediğimiz, daha az tiyatroya gittiğimiz, çocuklarımızla, kardeşlerimizle, ailemizle daha az vakit geçirdiğimiz zamanlarda, daha az kendimizle baş başa kaldığımız zamanlarda, daha az yediğimiz, içtiğimiz, geçtiğimiz zamanlarda bunların tamamını genelde iki şeye değişiyoruz; iş yoğunluğuna veya işsizliğimize.

Yani bir işimiz olduğu zaman işe ayırdığımız vakitten ötürü bunlara vakit ayıramıyoruz, işsizken de yeterli imkanları ve kaynakları bulamadığımız için bu şeylere çok az zaman ayırabiliyoruz.

Evet bu biraz alengirli bir durum. Yani hem iş sahibi olmamız hem de işsiz olmamız, kendimize sevdiklerimize yatırım yapmamızın önüne nasıl geçebilir?

Senden çalışan bir birey, düşünmeni istiyorum, mesai saatleri içerisinde iş yerinde kendisinden işini yapması, mümkünse en iyi şekilde yapması beklenen bir çalışanı hayal etmeni istiyorum.

Bu insan aslında iş yerindeyken bir mânada kendisi değil çünkü ona orada verilmiş bir unvan, bir görev, bir de beklenti var. Bunlarında dışında aynı zamanda o çalışan, çalıştığı şirket için bir maliyet kalemi, bir sarf malzemesi, adeta bir ekipman.

Yani bir maliyet listesi oluşturulduğu zaman sermayedar, iş yerini aydınlatmak için veya ısıtmak için verdiği maliyet parasıyla o işçiye verdiği parayı aynı gider tablosuna ekliyor, maliyet tablosuna ekliyor.

Şimdi, eğer iş yerinde bir maliyet kalemi isen, bir ünvanın varsa ve senden mesai saatlerinde işini yapman, mümkünse de iyi yapman bekleniyorsa, ister bir maliyet olduğunun farkında olan bir işçi ol ister olma işini yaparsın, işin bittiği zaman da iş yerinden çıkar ve az önce bahsettiğim gibi yemeye, içmeye, sosyal aktivitelere yani vakit ayırman gereken her ne varsa onlara vakit ayırırsın.

Beklenti şudur ki çalışarak elde edebileceğin o gelir kaynağı ile hem sosyal hayatına, hem de kendine bir takım harcamalar, yatırımlar yapıp yaşamaya devam edebilesin.

Bizim çalışanları olarak ortalama 300 yıldır rolümüz bu. Düzenin bizden talep ettiği de bu. Biz de böyle bir kapitalist düzende ücretli köleler olarak bizden istenilenleri yerine getiriyoruz…

Fakat sana burada bir örnek vereceğim, burayı dikkatlice okumanı istiyorum. Hem de 300 yıl gerisinden bir örnek değil.

Yaşadığın ülkede “gelişmekte” olan diğer birçok ülkede olduğu gibi işçi göçü denilen bir olgu var. Yani ister senin tanıdığın yaşlı bir akraban olsun isterse uzaktan bir tanıdığın olsun isterse de internette gördüğüm birisi olsun…

Şu cümleleri çok kez duymuşsundur “ah o Euro öncesi Mark zamanı yok mu Almanya’da, harca harca bitmiyordu, para o kadar bereketliydi ki…”

Hatırladın mı böyle konuşanları? Peki sana soruyorum, düşünmeni istiyorum. Çok uzak bir geçmiş değil, sadece 40-50 yıl önceki kazancına bakarak kazancından böyle bahseden insanlar ne oldu da bu durumdan şikayet eder hale geldi?

Tamam onlar şuanda çalışmıyor olabilirler. Ancak batılı ülkelere işçi göçü ile gitmiş olan insanların çocukları şuan çalışıyorlar. Belki senin de etrafımda var böyle tanıdıkların…

Şimdi desek ki üretimde verimlilik azaldı veya çalışma saatleri azaldı, HAYIR.

1970-2015 Yılları arası Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’de üretkenlik rakamları. Kaynak: https://data.oecd.org/chart/6epS
2019 Yılına ait üretkenlik yüzdeleri . Kaynak: https://desktime.com/blog/most-productive-countries-2019/
OECD ülkelerinde 2019 yılına ait haftalık ortalama çalışma saatleri. Kaynak: https://clockify.me/working-hours

Tabloya baktığında göreceksin ki içinde bulunduğun ülkede haftalık çalışma saati 45 saatten fazla ve verimlilik oranları yıllar geçtikçe artıyor. O halde hem o “refah” devletleri olan batılı ülkelerde çalışanlar, çalışmış olanlar hem de senin içinde bulunduğun ülkede çalışmış olanlar, bu kapitalist toplumlar, neden kazandıkları paranın değerinin azaldığından şikayetçi?

Bunun basit bir sebebi var. Daha derine inmeden önce sana söylemem gereken önemli bir şey var o da paranın değerinin altında ölçüldüğüdür.

Eğer sen de internet gibi açık kaynaklara gidip araştırsan şunu göreceksin ki 1 ons altın alabilmek için gereken çalışma saati on yıllar boyunca kat ve kat artmış durumda.

Kapitalizmin sözde iyi işlediği Amerika Birleşik Devletleri’nde saatlik çalışma ücreti ile 1 gram altın alım gücü. Kaynak: http://pricedingold.com/us-wages/

Bu da aslında hepimizin fakirleştiği anlamına geliyor. Az önce belirttiğim gibi madem üretimde verimlilik ve çalışma saatlerimiz oldukça fazla peki bu ortaya çıkan değer nereye gidiyor, nereye kayboluyor?

Bu üretilen değer iki şekilde senden-benden alınıyor. Biz halk olarak çalıştığımız zaman iş yerlerinde ürettiğimiz değerin bizden işverenler tarafından çalınması ile ve sade vatandaş olarak da enflasyon ve zam ile ürettiğimiz bütün değerden sistemli bir şekilde mahrum bırakılıyoruz.

Bizler halk olarak tembel insanlar değiliz. Ya iş bulamıyoruz ya da bulduğumuz zaman geçmişte o işlerde çalışmış ebeveynlerimize kıyasla çok daha az kazançlar elde ediyoruz.

Bundan şikayetçi olduğumuz zaman da önümüzde 2 tane seçenek getiriyorlar. Örneğin Elon Musk diyor ki;

Haftada 45 saat çalışmakla olur mu, dünyayı değiştirmek istiyorsanız haftada 80 saat çalışacaksınız!

Kaynak: https://www.businessinsider.com/elon-musk-says-80-hours-per-week-needed-change-the-world-2018-11

Öyle mi Elon? Senin için bu söz doğru olabilir çünkü sen o az sayıda olan mutlu insan topluluğunun arasına dahilsin, nüfusun en zengin %1’lik kesimine dahilsin. Fakat zaten kendisine, ailesine, sevdiklerine vakit ayırmak konusunda zorluk çeken bizler normal ve sıradan insanlar olarak bunu nasıl yapalım?

Elon Musk gibi zenginler bize hep ne söylediler? Senden iyi düşünmeni ve hatırlamanı istiyorum “eğer çok çalışırsan, fazla mesai yaparsan, tırnaklarınla kazırsan bir gün sen de zengin olabilirsin” ve bu propagandayı o kadar çok tekrar ettiler ki ne yazık ki birçoğumuz bu yalana inandık, yedik bu numarayı.

Evet bazılarımız 2 kat 3 kat ücret aldı diye kendisini o hayali “orta sınıfın”, elitler kulübünün mensubu gibi zannetti. Dönüp kendinden biraz daha az ücret alan çalışma arkadaşlarına bakıp “ben sizden daha üstünüm, bakın ben başardım siz niye başaramayasınız, siz de daha çok çalışın, sizde bu yerlere gelebilirsiniz” gibi gibi cümleler kuruyorlardı.

Halbuki önemli olan başka bir şey var. İş-Yaşam Dengesi dedikleri, yani çalıştığın saatler ve kendine ayırdığın, sevdiklerini ayırdığını saatler arasındaki denge ne kadar bozulursa bu senin zararına ama patronların lehine oluyor.

Tabii ki sana böyle bir yalanı satmak isteyecekler çünkü bu onların çıkarına. “Büyük Reset ve Evrensel Temel Gelir” başlıklı bölümde söylediğim gibi “lütfen ama lütfen kaygılarının aynı olmadığı bu insanların senin için refah dolu bir gelecek kurulacağı hayaline kapılma” çünkü ortada mutsuz insanların olduğu, çalışanların da işlerinden memnun olmadığı bir tablo var.

Kaynak: https://globesearch.dk/wp-content/uploads/2015/11/Global-Workforce-Happiness-Index-2015.pdf

Senin de içinde bulunduğun ülkede mutluluk anketleri ve iş memnuniyeti anketleri yapılıyor. Bak bakalım kaçıncı sıradasın.

Kaynak: https://worldhappiness.report/ed/2019/changing-world-happiness/

Burada çok önemli bir virgül koyayım, bu cümleleri kurduğum zaman “Sevan mutluluk endeksinin ve çalışan memnuniyeti anketlerinin iyi sonuçlar verdiği bazı batılı refah devletleri var, ya onlara ne demeli, onlar da kapitalizm yok mu?” gibi sitemlerle karşılaşabiliyorum.

Benim bu sitemlere cevabım şu; ne yapalım, bir kaç milyon insanın (o da kapitalistlere karşı gelerek) elde ettiği kazanımlarıyla az oranda sürdürülebilir iyi ücretli köleler düzenin yarattığı o ülkeleri parmakla gösterebilelim diye, küresel boyutta kapitalizmden ve sömürüden vazgeçmeyelim mi?

Her neyse, devam edelim. Halbuki olması gereken çok basitti. Çalışan olarak senden beklenen mesai saatinde iş yerinde olman ve işini yapman değil mi? Ama bir bakıyorsun, ulan bolluk içinde yokluk yaşıyoruz. Çalışma saatlerimiz fevkalade fazla, verimlilik fevkalade güzel, ortaya çıkan müthiş bir değer var ama o değer senden-benden alıkonuluyor.

Bu liberaller bize ne dediler? “Herkesin dinine, ırkına ve geçmişine bakılmaksızın başarı ve refah elde etme fırsatı vardır”.

Senden cebinde 10 dolarla bir şehre gelip yılın sonunda 1000000 solar kazandım diyen palavracıları hatırlamanı istiyorum. Hani o “sıfırdan geldim” ciler…

Kusura bakma da kimse sıfırla doğmaz, kimse sıfırdan gelmez. Sen ya borçlu bir insan olarak doğarsın, yani ailenden bir fakirlik miras alırsın (ki içinde bulunduğun ülke dahil birçok kapitalist devlette fırsat eşitliği kavramının ortadan kalktığını düşünecek olursak bu çok yaygın bir fenomendir) ya da mutlu bir azınlığın içine doğar ve herkesi de kendin gibi zannedersin. Tutup Elon Musk gibi “herkes çok çalışmalı, 80 saat çalışmalı” gibi cümleler kurarsın.

Ben okuyucumun bu tarz dogmatik takıntılara sahip olduğunu zannetmiyorum, zannetmek de istemiyorum. Yani çalış-çalış-çalış, para biriktir, mevki makam atla… Peki ne için?

Bir hobi edinemedikten sonra, ailene, çocuklarına, sevdiklerine, arkadaşlarına vakit ayıramadıktan sonra, gezip tozmadıktan sonra, hayatın iş olduktan iş yerinde affedersin “mal” olduktan sonra, sarf malzemesi olduktan sonra, böyle bir düzenden ne bekliyorsun?

Gariban, kıymetli okuyucum. şunu sen hiç duymadın mı? “Çalıştık çalıştık da, çocuklarımıza iyi bir eğitim verelim diye, iyi şartlarda yetişsin diye çalıştık, emekli olunca da Ege ye yerleşir yaşar gideriz…”

Çok makul ve güzel bir istek bu aslında ama bunun adeta bir dogmatik takıntı haline gelmiş, “sıkı çalışma” ve “fazla mesai yapma” ve “kariyer basamaklarını atlama” kültürüyle değil de, ürettiğin değerin senden çalınmaması ile mümkün olabileceğini anlamanı istiyorum.

Tamam. İş yerinden çıktık diyelim. Peki bu sefer bizi kapıda ne bekliyor? Zamlar ve enflasyon. Sanki sürekli birisi elini cebimize koymuş tık-tık oradan para tırtıklıyor…

Para politikası üretenler para tabanını genişletiyor, cebimizdeki paranın değeri azalıyor… Kapitalistler tutup ürettiği ürünlere zam yapıyorlar, cebimizdeki paranın değeri azalıyor… ve sen-ben halk olarak alınan bu kararların tamamından dışlanmış durumdayız, iş yerinde de kazancımızdan dışlanmış durumdayız.

Senden kendi hayatına, etrafındaki insanların hayatına, tanıdıklarına bakmanı ve gözlemlemeni istiyorum, düşünmeni rica ediyorum.

Kendine vakit ayıramıyorsun, düşünmeye vakit ayıramıyorsun, sanat yapamıyorsun, müzik veya boyama yapamıyorsun, yazamıyorsun…

Bana şunun cevabını ver ve kendine itiraf et. Çalışmadığını günü düşün, tamamen kendine ayırdığın bir gün. En son ne zaman o gün, aklına iş veya işe dair, iş yerine dair bir şey gelmeden durabildin?

Çalışmıyorken bile işi düşünüyoruz, işi konuşuyoruz, işi tartışıyoruz. Artık bu iş ve yaşam dengesinin önemini anlamamız lazım.

Tabi ki diyebilirsin “ya ben istisnayım”. Bir de böyle bir istisna olma kültür var. “Ya ben istisnayım, ben yapabilirim, bolluğa kavuşabilirim” kültürü…

Tekrar söylüyorum, senin kurtuluşun aynı kaderi çok uzun dönem paylaştığın o yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların kurtuluşu anlamına gelmiyor! Bu dümenin içerisinden ya hep beraber dayanışma içinde çıkacağız ya da havucun peşinde koşan tavşanlar gibi ömrümüzü heba edip, orta sınıf masallarına inanan ve o “elit sınıfa” dahil olabileceğimiz hayalleriyle yaşayıp gideceğiz. Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.

İçeriği beğendin mi? Beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin!
Become a patron at Patreon!

SON 5 BÖLÜM

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir