Milli gelirden payına düşen nedir? Bir başaksını zengin etmek için çalışmak. Yoksulluğun asıl sebebi ve değer hırsızlığı.
Merhaba, nasılsın? Benim yoksulluk sınırı altında yaşayan dinleyicim. Seni gelir grubuna ve ekonomik durumuna göre değerlendirmem hoşuna gitmedi mi? Gitsin!
Darphane podcast serisi boyunca bütün dinleyicilerimize din, dil, ırk, mezhep ve meslek gözetmeksizin sadece tek bir bakış ekseninde değerlendirdi. Sana bakışım, yani çalışarak geçimini sağlayan insanlara bakışım çok uzun zamandır aynı ve hep böyle devam edecek.
Gel seninle birlikte bakalım, bizler, çalışarak hayatta kalmaya çalışan ve çalıştığı süre boyunca da bir başkasını zengin etmek için çalışan insanlar olarak patronlarımızı-sermayedarları mı zengin etmek zorunda bırakılan insanlar olarak nasıl bu yoksul günlere geldik?
Kısalmayan çalışma saatleri
Bertnard Russel’ın Aylaklığa Övgü isimli kitabından bir alıntı yaparak başlamak istiyorum. Kendisi derki;
Bir örnek alalım. Belirli bir zaman içinde birtakım insanların çamaşır mandalı yapımında çalıştıklarını varsayalım. Bunlar diyelim ki günde 8 saat çalışarak dünyanın bütün mandal ihtiyacını karşılayacak kadar üretim yapıyor olsunlar. Birisi çıkar, aynı sayıda işçinin, aynı çalışma süresi içinde öncekinin iki katı mandal yapmasını sağlayan bir buluş kor ortaya ama dünyanın 2 kat fazla mandala ihtiyacı yoktur. Mandallar zaten o kadar ucuzdur ki daha ucuza satılsa bile, daha fazla satın alan olmayacaktır, talep olmayacaktır. Eğer içinde yaşadığımız dünya kapitalist bir dünya değil de aklı başında bir dünya olsa, bu durumda mandal yapımıyla uğraşan herkes 8 saat yerine 4 saat çalışır. Fakat içinde yaşadığımız dünyada böyle az çalışmak gibi bir şey ahlak bozucu sayılır.
İçinde yaşadığımız dünyada insanlar hala 8 saat çalışmakta, gereğinden çok sayıda mandal üretilmekte, bir takım insanlar iflas etmekte ve mandal yapımında çalışan işçilerin yarısı işten atılmaktadır.
İşte kıymetli dinleyicim kapitalizmin özeti budur. Kapitalizm her 4 ila 7 yılda bir aşırı üretim krizi yaşarken, bu durum da beraberinde israf, işten atılma ve iflaslar getirirken bizler liberal denilen insanların “iyi bir ekonomide işsizlik elbette olmalıdır. En az %1-2 oranında olmalıdır çünkü işsizliğin olduğu ekonomiler, işçi hareketliliğinin olduğu sağlıklı ekonomilerdir” dediği bir dünyada yaşıyoruz.
Sen de böyle insanlara mutlaka ama mutlaka denk gelmişsindir çünkü bu insanlar dünyanın her yerinde iktidarları, gazeteleri, televizyonları, dünyaya dair haber aldığını hangi kaynak varsa onların önünü kapatmış ve sürekli sana aynı yanlışı-aynı yalanı propaganda ediyorlar.
Bizler, az bir insan topluluğunun dünya nüfusunun çoğunu sömürdüğü ve gelir dağılımı konusunda uçurumların oluştuğu, kapitalist ülkelerde yaşayan kapitalist toplumlar olarak gün geçtikçe fakirleşiyoruz.
Gazeteyi her elimize aldığımızda mesela şuna benzer haberler görüyoruz. “50 kişilik iş alımı için pozisyon açıldı fakat 15.000 kişi başvurdu, 3 kişi işe alınacaktı fakat 7.000 kişi başvurdu.
Sana sorum şu, acaba böyle böyle haberlerin alt mesajı sadece içinde yaşadığı ülkede ne kadar büyük ve acı oranında bir işsizlik olduğu mu, yoksa çalışan bir birey olarak işsizlerden farklı şekilde gazeteyi eline aldığın ve haber izlediğin zaman “ya insanlar iş bulmakta zorlanıyor, ben kendimi şanslı hissedeyim bir işim olduğu için, hiç sesimi çıkarmayayım, belki yaşam koşullarım bir gün düzelir…” diyesin diye mi böyle haberler yapılıyor?
Kişi başına düşmeyen milli gelir
Senden çok dikkatlice okumanı istiyorum. Şimdi. “Kefenin Cebi Varmış” isimli bölümde sana pandemi boyunca zenginlerin nasıl daha da servetlerine servet kattıklarını anlatmıştım. O yüzden bu yazının başlığını “Onlar Paralarını Sayarken Bizler Ölülerimizi Sayıyoruz” koydum.
İçinde bulunduğun ülkede birçok kapitalist büyük devlette olduğu gibi gün geçtikçe pandemiden ötürü ölen insan sayısı artıyor. Şimdi bu liberallere kalsa, insanların “çalışmama özgürlüğü” diye bir özgürlüğü vardı.
Benim gibi, kapitalizmin ötesine geçmemiz gerektiğini iddia eden insanlar “yahu bu düzen işsizliği doğurur, kapitalizm insanları zoraki şekilde işsiz bırakır ve çalışmakta olanlara fazla fazla mesai yaptırır” dediğimiz zaman liberaller “hadi oradan belki ben çalışmak istemiyorum. Neden tam istihdam politikası uyguluyorsunuz ki? Bizim ihtiyaçlarımız var, o ihtiyaçlar karşılansın diye çalışmalıyız, çok çalışmalıyız” gibi safsatalar uyduruyorlar. Hala da uyduruyorlar.
Biz ne biliyoruz bugün. Örneğin nüfusu 1000 olan bir ülkede yaşıyorsan ve o ülkeye dair gayri safi milli hasıla rakamları açıklandığında kişi başına düşen yıllık gelir 2000 birim para olarak açıklanıyorsa bu aklına şunu getirebilir, demek ki bir yılda kişi başına düşen aylık gelir, ayda 166 birim para. Fakat senin cebine. Ayda 166 birim para değilde 2 birim para giriyorsa bu da demek oluyor ki sen koca bir yıl boyunca hem bireysel hem de toplumsal olarak ürettiğin bütün değerlerden ortalama %900 oranında yani 9 kat mahrum bırakılıyorsun.
Bir hayal etsene. Şu anki standartların dan 9 kat daha iyi yaşadığını. O 9 katlık değerin verilere dayalı gelir adaletsizliğinin ve kapitalizmin sebep olduğu gibi senden alınmadığını ve sana ait olduğunu düşünsene.
Evet biliyorum bugün bir restorana. bir kafeye, bir bara gittiğinde seninle aynı kaderi paylaşan, aynı kaderi farklı bir çalışma yerinde paylaşan bir garson gelip “hanımefendi, beyefendi” diye hitap etti diye kendini lord zannediyor olabilirsin. Ben de öyle biriydim. Çok uzun zaman boyunca bu yanlışa düştüm. Fakat ne zamanki fark ettim ki restoranlarda kafelerde, barlarda, ofislerde, bürolarda, atölyelerde, fabrikalarda hepimiz aynıyız, hepimiz aynı hırsızlığın mağduruyuz, işte o zaman dedim ki, “tamam, ben düşüncelerimi anlatmak istediğimde aslında muhatabım işte bu yoksul insanlar”.
Ölüm pahasına çalıştırılan mutsuz toplumlar
Sana o yüzden “yoksul dinleyicim” diyorum. Etrafına bakmanı diliyorum. Etrafında sevdiği bir işi yapan kim var? Sürekli sevmediği işlerde uzun saatler çalışan, kendisine angarya iş yaptırılan insanlarla kuşatılmışız. Hiç mi duymadı kulakların fazla çalışmaktan şikayet eden bir eş, bir dost, bir arkadaş?
Biz bu gariban toplumlar olarak öyle aptal bir ahlakın içindeyiz ki gelip birisi bize fazla çalışmaktan şikayet ettiğinde “aman aman sus sesini çıkarma en azından bir işin var, bak görmüyor musun, dışarıda bir sürü insan var, işsiz güçsüz geziyorlar, şükret haline” diyebiliyoruz
Burada şunu sorgulamak lazım. Kapitalistler paralarını bizler ölülerimizi sayarken, ölüm pahasına işyerlerine fabrikalara atölyelere ofislere gönderilirken, neden bu düşünce yapısı, bu ahlak, yani fazla çalışmanın ve hatta ölüm kalım olmadıkça sürekli çalışmanın iyi olduğu ve kutsallaştırıldığı bir düşünceye sahibiz?
İş dediğin sevilmez, yapılır. İnsanlar çalışırlar. Bir kapitalist olsan, yani insanların kendisine gelip emeklerini satmak istediklerini söyledikleri ve sattıkları bir iş veren olsan “ben işimi seviyorum canım” demen gayet normaldir çünkü sen, senin işini senin yerine yapacak bir başkasını, başka bir köleyi bulmuşsun demektir ama sen bir kapitalist değilsin. Ben bir kapitalist değilim.
Bizler işçileriz, emekçileriz, çalışanlarız… Her neyse şimdi geliyoruz bam teline. Burada sana bir örnek vereyim. Örneğin eğer 9 saat mesai yapıyorsan ister farkında ol ister olma emeğinin sömürüsü yoluyla bunun 4,5 saatini kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, 4,5 saatini de sana işveren sermayedarları zengin etmek için harcarsın.
Faydalı bir ürün veya hizmet ürettiğin sana istendiği kadar anlatılmış olsun veya gerçekten öyle bir şey yap… Sonuçta biz üretimin gerçek ihtiyaçlarımıza göre değil, piyasanın taleplerine göre yapıldığını biliyoruz ve şunu da biliyoruz ki, bu kapitalistlere bu liberallere göre eğer işçiler mobilize olmazlarsa, işsizlik ortadan kalkarsa istedikleri fiyattan istediklerini sömürecek bir emek piyasası çıkmaz ortaya.
Burada asıl soru şu, o gayri safi milli hasıla örneğinde verdiğim gibi, “bu 9 kat fazla ürettiğim değer nerede? Benim şu anda, bu kriz zamanında o değere ihtiyacım var, zorluk çekiyorum, ölüme gönderilmek pahasına çalışıyorum ama yine de yoksulum” dediğin zaman kapitalistlerin iktidarı tarafından yönetilen devletin yine kontrolünde olan copları gölgelerden çıktığını, ancak bir kapitalist toplumda söz edilebilecek olan sahte özgürlüklerin ortadan kalktığını, çalışmamaya hakkın olmadığını ve asla ama asla diğer işçi arkadaşlarınla aynı fikirde olmayıp emeğini satmaya mecbur olduğunu vura vura anlatıyorlar.
Halbuki insanlık olarak kapitalizmin icad olunduğu o 300-350 seneden bu yana biriktirdiğimiz değer. az bir insan topluluğu olan kapitalistlerin elinde, onları daha da lüks içinde yaşatmak için değil de böyle olağanüstü durumlarda, pandemi gibi durumlarda senin benim faydama kullanılmak için biriktirilebilseydi, o zaman bizler evlerimizde rahat rahat oturur pandemiye elveda derdik.
Şimdi ise kapitalistler paralarını bizler ölülerimizi sayıyoruz. Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.
İlk Yorumu Siz Yapın