İŞSİZLER: DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ORDUSU- Podcast Dinle

Zırvaizm podcast nedir? Zırvaizm, en çok dinlenen Türkçe podcast yayınlarından biridir. Bu podcasti en iyi podcastlerden biri yapan şey ise samimi ve gerçekçi bir diyalog ile halkın, tüketicinin ve çalışan insanların gündelik problemlerine değinmesidir. Yazı, video veya podcastleri hem bu internet sitesinde YouTube’da, hem Spotify Podcast üzerinde hem de Google Podcast ve daha bir çok platformda podcast tavsiyesi olarak bulabilirsin ve sen de arkadaşlarına önerebilirsin.

Emek piyasası. İhtiyaca göre insan üretmeyen okullar. İşsizlik ve çalışan mutluluğu.

Transkript

Nasılsın? Nasıl bir halde olduğunu en son ne zaman kendine sordun? Ben neredeyse her gün bu soruyu kendime soruyorum ve merak ediyorum; işsiz misin, işin var mı, işin var da işinden memnun veya mutlu değil misin, bir şeylerin daha da iyi olabileceğine inanıyor musun? İnanmaktan ziyade daha da iyi olmasını istiyor musun?

Benim böyle bir isteğim var ve bu isteği seninle paylaşmak istiyorum. Merak ediyorum ve soruyorum, çalışmaya müsait ve çalışmak isteyen büyük nüfuslara sahip olduğu halde bu kapitalist devletlerde neden kriz zamanlarında adeta çalışmaktan alıkonulan insanlar var?

Kriz geldi deniliyor, şirketler kapanıyor, fabrikalar kapanıyor, tarlalar sürülmüyor, atölyeler kapanıyor. Halbuki o işlerin dönmesinde en büyük ihtiyaç olan iş gücü, sen, ben, genç olan kim varsa çalışabilir ve sağlıklı durumdayız.

Neden bir gün önce yaptığımız gibi ertesi gün de kalkıp işlerimize gidemiyoruz ki? Bu bir yana dursun, farzedelim ki küçülmeye giden bir sektörde veya küçülmeye giden bir şirkette çalışıyor olalım, bu sefer de kendi almadığımız kararların mağdurları olarak daha önceye kıyasla daha da kötü şartlarda çalışmaya başlıyoruz. Neden?

Hatırlarsan bundan birkaç önce ki yazımda “Eğitim Şartmışmış” isimli yazımda sana kapitalist bir toplumda eğitim sisteminin ihtiyaçlara, toplumun gerçek ihtiyaçlarına göre hatta büyük boyutta insanlığın gerçek ihtiyaçlarına göre insan üretmediğinden bahsetmiştim.

Şimdi bu yazımda bu durumu biraz daha açacağım çünkü piyasa düzeninde ihtiyaçtan fazla üretilmiş her şey neredeyse nasıl yok oluyor ve israf ediliyorsa aynen o şekilde ihtiyaca göre insan üretmeyen okullardan mezun olan gençler iş gücüne katılmak istediğinde o piyasada yani emek piyasasında da ihtiyaçtan fazla üretilmiş insan olduğu için anladığın kadarıyla kaçınılmaz olarak işsizlik denen şeye ulaşıyor.

Aslında baktığın zaman bu çok büyük ölçekte bir insan kaynağı israfı değil mi?

Bir toplumda ihtiyaç duyulan öğretmen sayısı, mühendis sayısı zaten öncesinden biliniyor olmalı. Fakat tüm bu gerçekler gözardı edilip büyük ölçekte bir planlama yapılmadığı için göründüğü kadarıyla içinde bulunduğun ülke dahil birçok kapitalist devlette ihtiyaca göre insan üretmeyen bu düzen, emek piyasasında işsizliğe ve beraberinde işsizin çok olduğu her ülkede olduğu gibi ücretlerin, maaşların düşmesine sebep oluyor.

Bir düşünsene. Kendini bir patronun yerine koysan öyle güzel bir lükse sahipsin ki. Elindeki elemanı kaybetsen veya işten kovsan kapıda zaten onun gibi olan ve hali hazırda iş aramakta olan binlerce insan var, genç var.

O kapıda bekleyenlerden bir tanesini alıp çıkanın yerine koyarsın -hatta ne kadar süre işsiz kaldığına bağlı olarak normalde kabul ettirilmeyecek şartları bile belki ona kabul ettirebilirsin- ve sürekli işsiz kalmak korkusunu, aç kalmak korkusunu aklında taşıyan diğer çalışanlarına tutup da ‘Bakın! Eğer memnun değilseniz çekip gidebilirsiniz, sizin yerinize gelmek isteyecek bir sürü insan var dışarıda’ diye korku salabilirsin.

İşte tam da şu anda olmakta olan budur zaten. İnsan kaynağını israf eden, ihtiyaca göre insan üretmeyen ve haliyle emek piyasasında iş gücü enflasyonu ve beraberinde işsizlik yaratan bu düzen hem hali hazırda işi olanların mutluluğunu azlatmakta, çalıştığı şartların kalitesini azaltmakta, hem de işsizler ordusu yaratmakta.

Ya biri ya öteki… Bunun alternatif bir yanı yok yani sen veya ben, biz halk olarak, toplumun büyük kısmı, çoğunluğu olarak bu iki stresli durumdan birini yaşıyoruz.

Fakat tutup bir liberale bir kapitaliste sorsan, sana diyeceği şey, “aaa… Bundan güzeli var mı? İnsan istediği mesleği yapabilir, üzerine eğitimini alır ondan sonra iş gücüne katılır, güzel güzel işine gider gelir” tabii yersen…

mezun issiz
mezun işsiz

Ama işte birkaç yazıda bir tekrar ettiğim gibi eğer gerçek manada çalışabilecek ve işsiz olanların sayısı yüzde kırk değilse… Öğrenci, çocuk, emekli, çalışma engeli olanlar ve hamile olanlar dışında çalışabilir nüfusun tamamının ve iş aramaktan vazgeçenlerin hesaplamalara katılmadığını varsayıyorum,

Peki bu nasıl önlenebilir? Toplumun ihtiyaçlarına göre insan üretmek yolu en doğru şekilde nasıl halledilebilir. Ben açıkcası bundan emin değilim. Benim aklıma merkezi bir planlama, büyük ölçekli bir iş gücü planlaması gelse de bunun elbette başka ve daha iyi yöntemleri vardır ancak çoğu kapitalist devlette bu yöntemlerin kullanılmadığı aşikar.

Dediğim gibi bu sadece ihtiyaca göre insan üretmekle alakalı bir problem de değil. Bunun temelinde üretimin kendisini, insanlığın ihtiyacına göre yapmamak ve ister ürün olsun ister de hizmet olsun fark etmeksizin her ne üretiliyorsa, o üretim sürecine çalışanları katmamak gibi bir problem yatıyor.

Bu çalışanın üretim süreçlerine katılması tabirinden ne anlayacağız? Basit bir örnek vereyim. Şu an hali hazırda bir işin varsa veya daha önce bir çalışma geçmişin varsa, iş hayatın varsa senden şunu hayal etmeni istiyorum, neyi, ne zaman, nasıl, hangi araçlarla, ne kadar süreyle ve nerede üretmen, üretmeniz gerektiğine bütün çalışanlar olarak karar verdiğiniz bir iş ortamı düşün.

Ancak burada mevzu şu, başında duran bir patron da olabilir veya hissedarlar toplusu da, yönetim kurulları da, ceolar falan da olabilir. Bunların hiçbirinin önemi yok.

Önemli olan ufak bir azınlığın bir araya gelerek -ki bu azınlığa ne, ne zaman tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyen birileri var, ne de ne zaman yemek molasına çıkmasına gerektiğini söyleyen birileri var, ne ne zaman izne çıkması gerektiğini söyleyen birileri var, ne de ne zaman işe gelmesi gerektiğini söyleyen birileri var- üretim süreçlerine dair neyin nasıl yapılacağına dair bu bütün soruların cevabını bilen sermayedarlar olarak belki de altlarında çalışan onlarca, yüzlerce, binlerce insana, işçilerine danışmadan kapalı kapılar ardında kararlar alıp, bu kararlarla piyasa da yer alma ve mümkünse daha fazla yer kaplamak için uğraşıyor olmalarıdır.

Tekrar söylüyorum, içinde bulunduğun ülke dair bütün kapitalist devletlerdeki “hür teşebbüs” diye anılan teşebbüslerde, özel şirketlerde, firmalarda yer alan patronlar aynen bu şekilde sistemin işlemesini teşvik etmektedir.

Peki sen, ben bu düzenin neresindeyiz?

O kararlar alınırken bizlerin fikrine danışılıyor mu? ‘yahu şu şöyle olsa daha iyi olurdu’ diyen birisi çıktığında onun sesi dinleniyor mu?

Beraber bakalım. Kendini kurumsal diye adleden birçok firmada çalışanların mutluluk anketleri falan yapılıyor, bunu da yapan özel şirketler oluyor.

Bu özel şirketlerde o özel şirketin kendisinden aslında ücret alarak bu araştırmayı yapıyor vesaire vesaire neticede basına şöyle haberler çıkıyor: İşte Microsoft firmasının veya Google firmasının çalışanları şirketlerinden şu kadar memnun….

Bilmem ne şirketi çalışan memnuniyeti anketinde birinci geldi falandı filandı… Peki sen, ben, biz, halk olarak iş yerlerimizde neden dışa itilen çalışanlar ve dahi işsizler olarak neden toplumun dışına itilen kalabalıklar haline gelmek zorundayız ve bunun yapılan bu anketler ile ne alakası var?

Şöyle bir örnek vererek anlatayım, internette ufak bir araştırma yaparsan Insider, Forbes, New York Times gibi yayın organlarında çalışanların neden mutsuz olduklarına dair yapılmış bir sürü çalışma göreceksin,

Burada bir not düşeyim, ben de bundan çok uzun yıllar önce böyle bir komediye tanık olmuştum. Mesela cuma günü gelir, mesai biter “happy hour” denen “mutlu saat” denen saat gelir, çalışanlar beraber o an “unhappy” yani mutsuz olarak geçirdikleri vakti bir kenara bırakırlar ve mutlu saate odaklanırlar, yerler içerler…

Bu bahsettiğim yayın organlarında örneğin, Amerikan Devleti’nde çalışmakta olan özel şirket çalışanlarına bir soru yöneltiyorlar, “işinden memnun musun?” diyorlar. Yarısından fazlası “memnun değiliz!” diyor. Beraberinde şu soruyu soruyorlar “iş bitince ne yapıyorsunuz?”

9-5 çalışan çoğu insanın yaptığı gibi bir an önce eve gitmek, mümkünse yemeğini yemek, koltuğuna uzanmak, varsa televizyonunda bir izleyeceği bir şey, bilgisayarında takılacağı muhabbet veya halı saha maçı, kısacası “bir an önce mesai bitsin de ben bir an önce kafamı dağıtacak fırsat bulayım” şekilde cevap vermişler.

Peki neden bu insanlar böyle düşünüyor? Mesai bittiği zaman iş yerinden koşarak çıkmak, bir an önce eve varabilmek veya arkadaşlarıyla buluşabilmek, bara gitmek yani genel manada kafayı dağıtmak istiyorlar.

Bu duruma bir ters mantık yürüterek cevap vereyim, mesela insanın çalıştığı iş kendine ait bir iş olsa -burada kendi işinden ne kastettiğimi de şöyle izah edeyim, illa kendi iş yerine sahip olmasına gerek yok çalıştığı işin ve iş yerinin ortağı da olabilir veya aynı zamanda neyi, ne zaman, nasıl, nerede, ne süreyle yapılacağına dair bütün üretim süreçlerine dahil edilmiş olsa- çalışan kişi yine aynı şekilde yapar mıydı?

Yani mesai bittiğinde hemen topuklamak ister miydi? Elbette hayır, çünkü insan kendine ait olan bir şeyden kaçamaz ki. Şunu demez mi çalışan, bu iş gerçek manada benim işim, ben burada bir başkası için, bir azınlık için değil, kendim için çalışıyorum, yani kendim için kendime çalışıyorum başkası için başkasına çalışmıyorum…

İşte bu yüzden çalışanlar gerçekten de mesai saati biter bitmez adeta unutmak istercesine o çokta mutlu olmadıkları işlerinden kaçarcasına iş yerinden çıkıp giderler miydi? Ben pek zannetmiyorum. Senin kararını, sana bırakıyorum ve şunu soruyorum; toplumun ihtiyaçlarına göre insan üretilen bir düzende, kendin için kendine çalıştığın bir düzende ve sözünün dinlendiği gerçek manada demokratik bir düzende yaşamak istemez miydin?

Benim cevabımı tahmin ediyorsundur. O halde hep birlikte oturup şunu sormamız lazım; halk olarak, halkın kendisi olarak bizim öyle bir atmosferde yaşamamızın önünde duran şey ne?

Bu şey bir insan mı? Hiç zannetmiyorum. Bu şey firma, şirket mi? Hiç zannetmiyorum. Bu şey bir siyasi parti mi? Hiç mi hiç zannetmiyorum.

Tam aksine göremediğimiz ama bizi her yönüyle kuşatmış bir düzenden bahsetiyorum, kapitalizmden bahsediyorum.

İşte sorunun kaynağını doğru yerde gördüğümüz zaman çözümü de doğru yerde aramaya başlayacağımıza olan inancım buradan geliyor.

Senin de bu gerçekliğin farkına varmanı istiyorum çünkü işsizlerin ve işini sevmeyen insanların olduğu bir düzen verimli olamaz ve sorunun kendisinin kapitalizmde görülmesinin zorunlu olduğunu anlamanı istiyorum.

Yazının ortalarına geldik, mevzuyu biraz derinleştirelim… Bu düzen öyle bir düzen ki bu düzende bir çalışanı iş yerinden kovmak, yerine başkasını almaktan çok daha karlı, iş verenler için.

Al-sat yapmak, üretmekten çok daha karlı, komisyoncular için.

Tam da bu noktada bir iş veren için işsizlik yaratmak iş verenin ağzına bakıyorsa yani birisini kovmak ve işsizler ordusuna bir kişiyi daha sokmak -aslında dünyanın en güçlü ordusu olan orduya bir asker daha katmak- iş verenin kararına bakıyorsa, bizim ikinci bir şeyi daha konuşmamız lazım.

Şu an bir işin var mı, yok mu bilmiyorum eğer yoksa çalıştığın zamanları hatırlamanı istiyorum yani nispeten bir gelirinin olduğu, ekonomiye bir şeyler kattığın için yani bir şeyler zevkine tükettiğin için satın alımlar yaptığın zamanı hatırlamanı istiyorum.

İşsiz kaldığın zaman olan şey şu; bütün ihtiyaçların olduğu gibi duruyor, tükettiğin şeyleri tüketmeye devam ediyorsun, satın alım yaptığın şeyleri satın almak gibi bir durumun var -özellikle o şeyler evinde veya yanında bulunması gereken şeylerse- ama bu ihtiyaçların olduğu gibi kalırken sen çalışmayı bırakıyorsun, daha doğrusu bıraktırılıyorsun.

Şimdi işsiz kaldığın zaman olan şey şu, bütün ihtiyaçların olduğu gibi duruyor, tükettiğin şeyleri tüketmeye devam ediyorsun, satın alım yaptığın şeyleri satın almak gibi bir durumun var özellikle o şeyler evinde veya yanında bulunması gereken şeylerse ama bu ihtiyaçların olduğu gibi kalırken sen çalışmayı bırakıyorsun daha doğrusu bıraktırılıyorsun.

Ekonominin dışına çıkmıyorsun ama çalışma hayatının dışına çıkıyorsun. Peki bu durumda ne yapıyorsun? Gidip işsizlik maaşına başvuruyorsun. Beraberinde ne geliyor, işini hali hazırda kaybetmemiş olanların, çalışmakta olanların maaşlarından alının vergilerle senin işsiz olduğun zamanlarda “ölmemen” için işsizlik maaşı adı altında sana ekonomik kaynak sağlanıyor. Sen de böylece o zaruri ihtiyaçlarını alabilmeyi bir süreliğine devam ettirebiliyorsun.

Yani hali hazırda çalışmakta olanların cebinden alınan parayla çalışmayan sen, ben yani kim varsa onların işsizlik maaşları ödeniyor ki düzenin çarkları dönebilsin.

Bu aynen aile düzeni denilen şeyde de böyle işliyor. Örneğin, dört kişilik bir ailede yaşıyor ol, bu ailenin fertlerinin tamamı çalışıyor olsun, ancak sen işini kaybettiğinde doğal olarak kalan üçü, o işsiz kalan kişinin yani senin, çalışmakta olmayan kişinin ihtiyaçlarını karşılar hale geliyor.

Birebir aynı. Yani bir ülke ekonomisinde büyük çapta olan şey aslında bir aile ekonomisinde de görülebiliyor. Üstelik aile fertlerinin hiçbiri bunu yapmaya mecbur değil. Ancak daha da vahim bir gerçek var ortada sen de işsiz kalmaya mecbur değilsin. Evet, yani işsiz kaldığın ve gelire ihtiyacın olduğu o vakitleri düşün, bu hem kendin için hem etrafındaki insanlar için üstesinden gelmenin çok kolay olmayan bir şey olsa gerek.

Toplumun çalışan fertlerinin ceplerinden alınmış parayla senin ihtiyaçların ödensin veya eşinin, dostunun, ananın, babanın, kardeşinin kazancıyla senin ihtiyaçların gideriliyor olsun bunun çok da verimli ve sürdürülebilir bir durum olmadığı aşikar.

Bunun mutlu edebilecek bir yanı da yok insanı. İşte burada büyük bir çelişki beraberinde geliyor ve bu çelişki aslında kapitalistlerin düşünmesi gereken bir çelişki. Sebebi şu, sen, ben işsiz kaldığımız zaman, çalışabilir halkın büyük bir çoğunluğu işsiz kaldığı zaman, aslında bu durum kapitalistlerin de işine gelmiyor. Çünkü zatı halde kapitalistin ürettiği ürünleri veya hizmetleri satın alacak olan kişilerde biziz.

Biz işsiz kaldığımız zaman harcamalar da kısıtlamaya gidiyor ve kapitalistleri daha da az kar eder hale getiriyoruz ve bu durum tam da, sırf var olduğu için kapitalizmin kendi yüzünden kendi başına bela ettiği bir problem ve bu problemin en büyük muhattabı da kapitalistlerin kendisi.

Biz işsiz kaldığımız zaman harcamalar da kısıtlamaya gidiyor ve kapitalistleri daha da az kar eder hale getiriyoruz ve bu tam da sırf var olduğu için kapitalizmin kendi yüzünden kendi başına bela ettiği bir problem ve bu problemin en büyük muhattabı da kapitalistlerin kendisi.

Yazının sonlarına geliyoruz genel olarak bir toparlayalım… Büyük resimden küçük resime doğru tekrar bir indirelim mevzuyu. Dikkatlice oku lütfen.

Yazının başında ne dedim? İnsanın ve insanlığın gerçek ihtiyaçlarına göre üretmeyen bir düzen, yine aynı şekilde toplumun ihtiyaçlarına göre insan üretmeyen enstitüler, beraberinde emek piyasasında da bir enflasyonun yani çalışabilir durumda olan ama çalışamayan insanların sayısının artması, hemen akabinde gelen işten çıkarmalar ve mutsuz çalışma ortamları, işini kaybeden insanların hali hazırda çalışmakta olan insanların cebinden alınan paralarla, işsizlik maaşları almaya başlamaları, bunun sürdürülebilir olmadığı ve beraberinde gelecek devamlı işsizlik halinin de aslında kapitalistlerin kendisine yaramadığı, çünkü böyle bir durumda o işsiz insanlara mal satamadıklarını ve bunun da düzenin büyük bir çelişkisi, yani aşılamayacak bir problemi olduğundan bahsettim.

O halde aklına tek bir soru gelmiyor mu? Kapitalizm neme lazım… Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.

İçeriği beğendin mi? Beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin!
Become a patron at Patreon!

SON 5 BÖLÜM

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir