Okulun icadı, Kapitalist toplumlarda okulun şekillenişi. Topluma “faydalı birey” yetiştiren okullar. Bilginin ve müfredatın metalaşması. Özel okullar.
Transkript
Eti senin dediler kemiği benim, sabahın köründe kaldırdılar, yeri geldi yüzünü yıkayamadan yeri geldi ayakkabının bağcığını bağlayamadan, yeri geldi kahvaltı dahi yapamadan geç kalıyorsun diye evden çıkıp gittin. Kapısından içeri girdiğin an artık başka bir dünyaya aittin. Orada bulunma amacın belliydi, topluma faydalı bir birey olabilmek. Aradan yıllar geçti, bir baktın ki değil topluma kendine bile bir faydan yok.
Bugün, okul denen kurumu yazacağım. Sana ilk olarak şu soruyu sormak istiyorum: Okul neden gereklidir? Ben bu soruyu ilk kendime sorduğumda verdiğim cevap şuydu: Okul gerekli çünkü eğitimi başka nerede alacağız. Sonra şunu merak ettim, peki ben okulda eğitim mi görüyorum? Okula giderek tükettiğim şeylere baktım müfredat ve bilgi tüketiyorum. Sonra şunu sordum; bir müfredatın veya bilginin alınıp satılabildiği bir yerde daha çok parası ve imkanı olanlar benden daha fazla eğitim ve bilgi satın alırsa benim halim ne olur?
Aklına şu gelebilir, ‘e benim bulunduğum ülkede eğitim ücretsiz’. Değil işte sen, ben orada yanıldık. Eğitim vergilerin karşılığında sana sunulan zorulu bir hizmet! Senden şunu düşünmeni istiyorum, çok kullandığımız bazı terimler var; “eğitim sektörü”, “eğitim endüstrisi” vb… eğitim kelimesine böyle ekler yaparak eğitim kavramını sanki ekonomik bir terimmiş gibi kullanıyoruz.
Aslında öyle, ve baktığın zaman bugün eğitim tamamen bir sektör haline gelmiş durumda. İçinde yaşadığın ülkeyi düşün veya modern eğitim kurumlarının icat olunduğu batılı ülkeleri düşün… Oralarda eğitim neydi; kilise tarafından tertip ve düzenlenen, rahiplerin vasıtasıyla müfredatının oluşturulduğu ve yine o kiliselerde gerçekleştirilen aktivitenin adıydı.
Peki sonra ne oldu? Seküler devletler kuruldu ve eğitim devletlerin elinde tekelleşmeye başladı. Kapitalist bir devlette her şeyin fiyatlandırabildiği ve metalaştığı gerçeği göze alınırsa da o kapitalist devletlerde olduğu gibi senin de ülkende eğitim özelleşti. Yani birileri müfredata ve bilgiye daha fazla erişmek istedi ve o kişilerin alım gücü senden daha fazla olduğu için bunu yapabildiler.
Özelleşen bu eğitimin neticesinde fakirlerin çocukları ayrı okullara, zenginlerin çocuklarıysa ayrı okullara gider hale geldi. Ama temelde de hem özel okullar hem de devlet okulları asıl fonksiyonlarından yani topluma “faydalı birer birey üretme” fonksiyonların vazgeçmediler.
Tabii ki işi insan üretmek olan bu okulların birbirinden ayrı olarak mezun ettikleri bu öğrenciler toplumdaki farklı sınıflara mezun edilmişcesine, mezun oldukları andan itibaren başka başka ayrıcalık ve fırsatlara sahip haldeyken, fakir devlet okullarından mezun olanlarla zengin özel okullarından mezun olanların sosyal hayatta birbirine denk düşmesi zamanla imkansız hale geldi.
Peki eğitim artık bir sektör ise bilgi ve müfredat satın alınabilir durumdaysa ve alım gücü daha fazla olanlar eğitimden belki ihtiyacından da fazlasını alıp toplumda avantajlı konumlara gelebiliyorsa, iki okuldan mezun olanlarında birbirine karşı üstünlükleri ve üstünsüzlükleri neler?
Devlet okullarına giden çocuklar neden o okullarına gitmek zorunda olduklarını öğretmenlerinden öğrenemediler. Özel okula giden çocuklar da nasıl o okullara gidecek fırsatı bulduklarını derinlemesine öğrenemediler. Derinlemesine öğrenemediler diyorum çünkü bir insan zenginse zaten bunun farkındadır, ancak fakir öyle değil. Fakir için öyle bir şey yok ki, yok zaten! Farkında dahi değil duruma, nasıl bir ayrımcılığa maruz kaldığının. Kapitalist devletin kapitalist okullarının ondan beklentisinin ne olduğunu ve hatta ailesinin dahi ondan ne beklediğini kimse şöyle ciddi bir şekilde karşısına alıp o çocuğun suratına ŞAAK ŞAAK söylememiş.
Normaldir. Çünkü ne dendi “biz okumadık bari çocuğumuz okusun”, “ekonominin çarkları dönmeli”, “ara elaman lazım piyasaya”.
Dur ve bir an düşün. Yazıya başlarken söylediğim şeyi hatırla, bilginin metalaştığından ve alınıp satılabilir hale geldiğinden bahsettim. Paylaştıkça azalmayan bir şey nasıl özelleşebilir ve alınıp satılır hale gelebilir ki? Halbuki bugüne kadar sana, bana ne öğrettiler? Her hangi bir şeyden kısıtlı miktarda varsa ve o şeyin sayısı azalırsa, değeri artar. Öyle değil mi?
Peki bu neden oldu? Bunun çok güzel bir açıklaması var. Kapitalist bir devlette ve kapitalist bir toplumda sektör haline gelen okul dahil bütün kurumlar kendi müşterilerini üretmeden ve müşteri bulamadan yaşayamazlar. O halde müşteri bulmaları için ne yapmaları lazım? Fakirlerin çocuklarına zorunlu olarak eğitim dayatmış olmaları lazım.
Hep birlikte şunu soralım; eğitim neden zorunludur?
Cevabı aslında açık; kapitalist bir devlette gıda gibi sağlık gibi zorunlu olan bütün ihtiyaçlar nasıl özelleştiyse, zorunlu olan ihtiyaçların nasıl bir sektörü varsa, eğitim de zorunlu olmalıdır ve sektörü olmalıdır ve mümkünse bu sektörün büyük bir kısmı devletin tekelinde olmalıdır, tekelinde olamıyorsa da kontrolünde olmalıdır. İtaatkardır ve kapitalist düzenin çarklarını döndürecek güzel tüketiciler ancak böyle bir endoktrinasyon/öğretilendirme sonucunda ortaya çıkabilir.
Yazının ortasında geldik. Bu kısma kadar okulun bir araç mı, yoksa amaç mı olduğu konusunda az çok fikir edindiğini zannediyorum. Bana göre okulun araç, bizlerinde adeta onun bir parçası yani bir dişli siteminin bir cıvatası olduğumuz kesin. Eğer sen, hala okulda eğitimin şart olduğunu ve bunun “bireyin” ve “toplumu” refaha ve hatta kurtuluşa erişmesindeki tek yolu olduğunu düşünüyorsan lütfen yazıyı okumaya devam et.
Sana şunu soruyorum; yıllar boyunca sistem ile ilgili her problemi çözebilmek için okulu ihtiyaç ve okulda eğitimi şart görerek, yeni yeni müfredatlar, yeni yeni sınav sistemleri, yeni yeni eğitim modelleri denedik. Sadece içinde yaşadığın ülkede de değil birçok kapitalist devlette de denendi, bu noktada büyük kısmı ekonomi temelli olan toplumsal ayrışma, gelir adaletsizliği, geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi konular eğer okul müfredatlarıyla ve her sene yeni versiyonu çıkan eğitim modeliyle düzelebilseydi şimdiye kadar çoktan düzelmez miydi?
Okulu ve müfredatı revize ederek toplumdaki sistemsel sıkıntıların önüne geçmeye çalışmak bana şunu andırıyor, sanki ortada çökmekte olan bir bina var ve bu binanın bodrum katındaki kolonları çatlak ama biz gidip on iki katlı bu binanın çatı katındaki kolonlarını tamir ediyoruz… Saçmalık! İşe yarasaydı şimdiye kadar yarardı.
O halde bizim, senin ve benim sorunu gördüğümüz ve çözümü aradığımız yer sıkıntılıymış. Çare, eğitim değilmiş.
İlkokul ve ortaokul çağlarını hatırla. Hatta lise yaşlarını hatırla. Özgür ve özgün kişiliği olan, itaat etmekte problemleri olan ve “çok fazla laf dinlemeyen” insanların okul hayatından nasıl dışlandığını hatırla. O yaşlarda senin, benim öğrenim gördüğüm kesindi ancak okulların eğitim verdiği tartışılır… Tekrar söylüyorum ve senden rica ediyorum, lütfen eğitim ve endoktrinasyonun arasındaki farkı iyi araştır ve anla.
Sana söz hakkı verilmeden konuşamayacağın bir mecrada hangi özgün fikrin ve karakterin filizlenip serpilmesini bekleyebilirsin ki? Üstelik o mecra ki, sen erişkin bir birey olana kadar, tam gün mesai gibi sabahtan akşama kadar yıllarını verdiğin bir mecra. Yazının bu kısmına kadar hala okulun “tekelleşmiş bir endoktrinasyon sisteminin” gerekliliğine inanıyorsan , bana şu sorunun cevabını ver, seni, beni bugüne kadar ne ile korkuttular?
“Oku yoksa işsiz kalırsın”, “oku yoksa okumayan adama kız vermezler”, “okula git cahil kalma”. Eğer dediklerinde haklı olsaydılar üniversite ve lise mezunlarının nüfusun %90-%95’ini teşkil ettiği ülkelerde işsizlik denen fenomen olmazdı. Buna fenomen diyorum çünkü işsizlik de okula gitmek ile çözülecek üstesinden gelinecek bir problem değil. Yine tam aksine kapitalist düzen, kapitalist devlet ve kapitalist toplumun kaçınılmaz bir sonucu. O yüzden dikkat et!
Seni kim, neden, ne için ve ne ile korkutuyor? Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte bir kuruluş mümkünken.
Faydalı bağlantılar
İlk Yorumu Siz Yapın