TARİHİN EN ESKİ TAŞERONLARI: KİRALIK KATİLLER- Podcast Dinle

Zırvaizm podcast nedir? Zırvaizm, en çok dinlenen Türkçe podcast yayınlarından biridir. Bu podcasti en iyi podcastlerden biri yapan şey ise içten, çıplak ve asılcı bir diyalog ile toplumun, tüketicilerin ve çalışarak geçinen insanların ekonomik sıkıntılarına değinmesidir. Yazı, video veya podcastleri internet sitesinde, YouTube’da, hem Google Podcast üzerinde hem de Spotify Podcast ve daha bir çok platformda podcast önerisi olarak bulabilirsin ve sen de dostlarına tavsiye edebilirsin.

Kiralık katiller. Kapitalizm neden taşeronlara ihtiyaç duyar. Taşeron denetimi. Şikeli Monopoly. Değer üretiminde sermaye. Avrupa toplumlarının aşı pazarlığı.

Transkript

Nasılsın? Ben bu aralar pek iyi değilim. Sağlık sorunlarım var ve o sorunlarla boğuşuyorum. Umuyorum ve istiyorum ki yakın zamanda düzeleceğim ve iyileşeceği. Aynı zamanda sana anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki kendimi klavyenin başına geçmekten alıkoyamadım.

Bugün sana taşeronluğu yani üstleniciliğin nasıl ortaya çıktığını, tarihsel kökenlerini ve bugün içinde yaşadığımız toplumda karşımıza nasıl çıktığını anlatacağım. Gel birlikte bakalım taşeronluk nedir ve taşeronluğa nasıl kurban gidilir?

Kapitalizm neden taşeronlara ihtiyaç duyar?

Tarih senaryosunda karşımıza çıkan ilk üstleniciler, ilk taşeronlar katillerdir, kiralık katillerdir. Örneğin birisinin ölmesini isteyen, bir düşmanının ortadan kaldırılmasını isteyen insan, bu suçu kendisi yerine işleyecek bir vekil bulur ve suçu ona işlettirdi.

Peki bunu neden yapardı? O riski kendi almak istemediği için, hapse girmekten korktuğu veya kaçındığı için, böylesi “daha kolayına” geldiği için. Yani paçayı ucuza yırtmak için.

O hâlde çok basit olarak düşünecek olursak bir taşeron olmak yani üstlenici olmak, bir başka kişi veya kurumun üst.lenmek istemediği maliyetleri, göze almak istemediği riskleri, o tarafların yerine üstlenen kişiler ve kurumlar olmak anlamına geliyor.

Örneğin bir şirketinin var olduğunu ve seninle beraber 100 tane insanın çalıştığını farz edelim. Bu insanların haliyle karınları acıkıyor ve yemek yemeleri gerekiyor. Ancak üretim sahan şehir merkezinden oldukça uzakta olduğu için elinde iki tane seçenek var. Bunlardan bir tanesi üretim hanene bir yemekhane inşa etmek, o yemekhaneye aşçılar almak ve aşçılara malzeme temin etmek ve işçilerin karnını doyurmak. ikinci seçenek ise hali hazırda işi seninki gibi şirketlere yemek yapıp dağıtmak olan bir firmayla anlaşıp 100 kişilik yemeği başka bir taşerondan temin etmek.

Sen de haliyle bir kapitalist olarak derdin sermayeni korumak ve onu mümkün olduğunca artırmak olduğu için maliyetleri indirgemek olduğu için ne yapıyorsun? Gidiyorsun bu işi senin yerine yapacak bir üstlenici yani taşeron bulup işi ona yaptırıyorsun.

İkinci örnekte kurye servislerinden gelsin. Mesela bugün Uber gibi, Foodpanda gibi farklı farklı isimlerde bireysel üstleniciler ile birlikte çalışan şirketlere teslimat hizmeti veren başka şirketler var. Bunlar da birer üstleniciler yani taşeronlar. Bu şirketlerin taşeronları ise bireysel üstlenici olan ve kuryelik yapan insanlar. Taşeronun taşeronu…

Farklı bir örnekte ihale usulü çalışan belediyelerden gelsin veya kapitalist devletlerden. bu devletler ve belediyeler birer “anonim şirket” gibi yönetildiği için her şirketin yapacağı gibi giderler, mümkünse şeffaf bir şekilde ihale açmaya çalışırlar ve bu ihaleler vasıtasıyla başka başka taşeronlara projeler, ve işler verirler.

Her ne boyutta ve isim altında olursa olsun bizler halk olarak bu üstlenicileri, taşeronları, taşeronların taşeronlarını. Bazen de taşeronların taşeronlarının taşeronlarını karşımızda buluruz.

Baktığın zaman sermayedarlar için işler yolunda gitmektedir. Niye? Çünkü taşeronluk da artık bir sektör haline geldiği ve o sektörde diğer her sektörde olduğu gibi rekabet var olduğu için taşeronla çalışmak isteyen bir sermayedar veya şirket piyasada bir çok ucuz üstlenici bulabilir. Ortada koskocaman bir sektör var.

Bir taşeron olarak üretilen şey ister bir ürün veya hizmet olsun istersen de devletlerimiz vasıtasıyla bir taşerondan ürün veya hizmet alıyor olalım, söz konusu bu değerler kamunun kontrolünde ve denetiminde olmadığı için, kamusal mal olmadığı için dolayısıyla kamu tarafından denetlenemez ve kontrol edilemez hale geliyor.

Neymiş efendim, ticari sırmış, gizlilikmiş, bu bilgiler paylaşılmazmış halk ile, bilmem neyin gizli formülü varmış, bu süreçlerden sistemli bir şekilde dışlanırız ve soyutlanırız.

Biz bu efendilere; “çok biliyorsanız gelin siz yapın, bırakın taşeron tutmayı veya bırakın bizi köleliğe mahkum etmeyi, sizler girin tarlalara, sizler girin atölyelere, sizler oturdun bilgisayarın başına, sizler girin fabrikalara” dediğimiz zaman da “bizim çok işimiz var, bizler çok meşgul insanlarız, biz sabahtan akşama kadar çalışıyoruz, haftada 80 saat çalışıyoruz” gibi cevaplar veriyorlar.

Peki bu boşluğu yani üretimden çıkan değerin kalitesinin, ne kadar sürdürülebilir olduğunun, ne kadar çevre dostu, ne kadar işçi dostu olduğunun kontrolünü kim yapıyor? Her piyasa düzeninde olduğu gibi piyasa denetleme kurulları sağlıyor. Bazen de özel şirketler, araştırma şirketleri, denetleme şirketleri ve iş güvenliği şirketleri tarafından denetleniyor.lar.

Ancak yine o kurumlar, o şirketler, o organizasyonlar da birer kapitalist işletme olarak kurulup işletildiği için yani düzenin çarkları oralarda sermaye ile döndüğü için onlar da bu işi yapmaları için kendilerinden hizmet alan şirketlerin hizmetçileri oluyorlar.

O halde bu işteki giz nerede? Az önce söylediğim gibi sermayede.

Şikeli Oyun

Tekrarlamakta fayda var. Biz ne biliyoruz? Kapitalizmden önceki düzenlerde, ekonomik modellerde ve deneylerde kölelik düzeninden başlayarak değer üretiminde kullanılan en büyük araç toprağın kendisiydi. O düzende toprak efendilere ve topraktan çıkan değer de yine efendilere ait idi.

Ardından o düzen yıkıldı, yerine ağa ve maraba düzeni geldi. Bu düzende peki en büyük değerin üretildiği araç neydi? Yine toprağın kendisi. Peki o düzende topraktan çıkan neredeyse bütün değerin sahibi kimdi? Ağların ta kendisi.

Ardından bu düzen gitti ve yerine kapitalizm geldi. Fakat burada farklı bir şey oldu, klasik anlatımıyla, daha önce toprağa dayalı olan üretim şekli, sanayinin gelişi ile birlikte hem toprağı aynı zamanda o sanayide kullanılan üretim araçlarının sahiplerinin eline geçti.

Bütün üretim sermayenin etrafında şekillendi ve bu modelde de üretilmiş ne değer varsa o değerin sahibi oldukça az bir insan toplumu haline geldi.

Tam bu noktada hayati derecede önem taşıyan bir şeye değinmeden geçmeyeceğim. O yüzden virgül koyuyorum.

Efendiler ve ağlar bir parmak şıklatmasıyla toprak yaratamıyorlardı, toprağı meydana getiriyorlardı çünkü bu kaynak sınırlıydı. Fakat bu düzende, kapitalist düzende üretimin gerçekleşebilmesi için gerekli olan sermaye, merkez bankaları ve o merkez bankalarının asıl sahipleri olan az sayıda bir insan topluluğu tarafından üretilebiliyor.

Bu o kadar önemli, o kadar kritik bir mevzu ki. Toprak egemen bir düzende, bir efendinin bir ağanın elde edebileceği güç, sahip olduğu toprak ile ölçülebilirken, bugünün dünyasında sınırsız ve keyfi para üretiminin kurulu olduğu bir ekonomik düzende az sayıda olan sadece birkaç insan bir araya geliyor ve sermayenin, yani paranın ne kadar, ne sıklıkla, ne ölçekte basılacağına karar veriyor.

Bu adeta şikeli bir monopoly oyunu.

Eğer daha önce o masa oyununu oynadıysan şunu bilirsin ki oyunu oynayan 5 kişi varsa oyunun başlangıcında o 5 kişiye de kasadan eşit miktarda para dağıtılır ve oyun esnasında rekabet yapmaları istenilir. Bugünün düzenini o oyuna kurgularsak sanki birisi sürekli dışarıdan oyuna para enjekte ediyor, özellikle oyundaki birkaç kişinin cebine para basıp sokuyor…

Oyunun şikeli olduğu böyle bir modelde değer üretiminde kullanılan o aracın, değiş tokuş aracının günün sonunda kimlerin elinde toplanmasını bekliyorsun? Elbette onu üretenlerin elinde.

Şimdi dönelim taşeron mevzusuna. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çok dikkatlice dinlemeni istiyorum. Yayının başından beri anlattığım gibi kapitalizm taşeronlara ihtiyaç duyuyor mu? Elbette duyuyor çünkü maliyetleri indirgemek gibi bir kaygısı var.

Peki biz insanlık olarak, sürdürülebilir, sağlıklı ve en önemlisi kaliteli ürünlerin ve hizmetlerin üretilmesi konusunda bu taşeron hizmetlere güvenemeyeceğimizi biliyorsak, gördüysek ve görüyorsak ne yapmamız gerek?

Cevap oldukça basit ve kısa. Zaten bize ait olan şeyi bizden alanlardan geri almamız gerek.

Bu mümkün mü? Evet, mümkün. Bunun örnekleri var mı? Başarılı veya başarısız bir çok denemesi var tarihte. Yani halkın, üretilmiş bütün değerin asıl sahibinin, üreten kesimlerin ürettiği bütün değerlerin tamamına sahip olabildiği örnekler var.

Bugün, cahil kalmanın bir lüks olduğu dönemde, internet gibi bir kaynak elinde varken sen de açık kaynaklara girip bu tür kazanımların geçmişteki örneklerine bakabilirsin. Fakat bu olaylar tarihin tozlu raflarında birer hikaye olarak değil, tam aksine bir fikir pusulası olarak bugünün hayatta kalmaya çalışan gariban haklarına, çevresel yok oluştan kurtulmak isteyen insanlığa, sağlıklı bir aile ve çocuklara sahip olmak isteyen sana-bana ders olabilecek nitelikte.

Senden düşünmeni, sorgulamalı ve araştırmanı istiyorum. Ne o köle-efendi düzeninin köle pazarlarına köle getiren taşeron köle tacirleri, ne ağa-maraba düzeninde üretilen değerleri kırsal bölgelerden alıp şehirlere taşımayı başaran taşeron tüccarlar, ne de bugünkü haliyle bireysel ve kurumsal taşeronlar sana-bana sıradan ve basit insanlara iyi bir gelecek hazırlamadı, hazırlayamaz.

Bu adamlar, kapitalistler maliyetlerden ve risklerden kaçmaya çalıştıkça üretilmiş ne kadar değer varsa o değerlerin kalitesi ve sürdürülebilirliği azalıyor. Daha çabuk eskiyen daha çabuk bozulan teknolojik ürünler, yediğimizde aslında bizi zehirleyen ve endüstriyel işlemden geçmiş gıdalar, sırf maliyeti daha uyguna denk gelsin diye araştırma safhası çabucak tamamlanmış Ar-Ge’si iyi yapılmamış aşılar ne götürdü ise senden ve benden götürüyor.

Kendilerince o efendi kılıklıların gelecekleri oldukça rahat ve garanti altında. Özellikle bu pandemi bize neyi gösterdi? Birer taşeronla yani ilaç veya aşı üreten şirketlerle çalışan devletlerimiz söz konusu bütün halkı aşılamaya geldiğinde donup kalıyorlar.

Nerede bizim kamusal kaynaklarımız? Onlarca yıl boyunca verdiğimiz vergiler, bilimsel enstitülerimiz, araştırma vakıflarımız. Bunların hepsi bir kenara dursun, vergi verdiğimiz o sırtımızı yasladığım devletimiz nerede? Demek ki bunca zaman üretilen bütün değer zor zamanlar için birikmemiş de tam aksine zenginleri daha çok zengin etmiş.

On yıllar boyunca vergi veriyorsun ve ihtiyacı olduğunda seni 5 ay boyunca yaşatabilecek ve küçük bir doz aşıyı vurabilecek devlete sahip değilsin. Böyle bir kriz anında, pandemide bizler dünya halkları olarak ne gördük? Kaplan kağıttanmış.

Bugün Avrupa halklarının aşı olmamasının en büyük nedeni, Birliğin bu aşı şirketlerinden aşılanmadan doğacak riskleri kabul etmelerini istemesi, o kamu parasıyla fonlanan taşeronların da bu risklerden kaçınması ve beraberinde gelen bürokratik tartışmalar…

Bak gördün mü? Yine aynı. Riskler, maliyet hesapları, karlılık oranları, bir dozu ne kadar da satacağız kavgası…

Tabi bu arada o yayının başında söylediğim gibi eski manasıyla “katil taşeronlarla” kapitalist devletlerin pazarlığı sürürken ölüp yitip giden yine biz oluyoruz. Üstelik başka 1 dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.

İçeriği beğendin mi? Beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin!
Become a patron at Patreon!

SON 5 BÖLÜM

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir