“Hepimiz bir aileyiz” zırvası. Ücret pazarlığında üvey evlat muamelesi görev işçiler. Bol keseden uydurulan mesleki unvanlar. Eski işvereninden dayak yiyen 16 yaşındaki çocuk.
Transkript yolda…
Nasılsın? Belki inanması zor gelecek ama çok uzun zaman boyunca kim olduğum ve ne yaptığım sorulduğunda önce adımı, sonra da şirketteki unvanımı peşi sıra söylüyordum. Ta ki bugünkü düşünce yapıma kavuşana kadar.
Evet biliyorum. Okuyucularım arasında da güzel, güzel, uzun uzun titleları olan belki 5 belki 10 kişiden sorumlu olduğu için kendisine sözde “lord” muamelesi çekilen insanlar var. Fakat ben o tafraları çoktan bıraktım.
Hatta yakın zaman önce bir sohbet grubunda mesleğinin ne olduğu sorulduğunda “ben bir ücretli köleyim” diye cevap verdiğim için beni az tanıyan o insanlar, bedenimi ve vaktimi para karşılığında sattığımı zannettiler. (halbuki hepimiz çalışarak geçinen insanlar olarak bunu yapıyoruz)
Ben onlara bu yaptığım eylemin onların yaptığı eylemden pek de farklı olmadığını söyleyince kafalarına dank etmiş olacak ki, belki o vakte kadar hiç düşünmemiş olsalar da o sohbetin sonunda birer ücretli köle olduklarını anladılar.
Aynen benim gibi emeklerini, zamanlarını, kafa veya kol kaslarını bir ücret karşılığında sattıklarını anladılar. Gel birlikte bakalım, böyle amiyane bir gerçeğin yani ücretli köleler olduğumuz gerçeğinin üstü unvanlarımızla, şaşaalı titlelarımızla nasıl örtüldü ve örtülmeye çalışılıyor
Senin de bildiğin, belki gözlemlediğim üzere bu düzende patronlar, işverenler ve kapitalistler mevcut sayıdan daha fazla işçi çalıştırmak yerine az sayıda işçiye çok fazla iş yaptırarak hem hali hazırda çalışmakta olan seni beni 2 kat, 3 kat sömürüyorlar hem de istihdama hazır milyonlarca insanı işsiz güçsüz bırakıyorlar.
Seninde etrafında kesinlikle böyle insanlar vardır. Tekrar söylüyorum, ben de bir zamanlar o insanlardan biriydim. Sürekli bir iş yükü, bir sürü işle ilgilenme sürekli yoğun ve aşırı bir tempoyla çalışma.
Senden bir anlığına durmanı ve şunu düşünmeni istiyorum. Sermayedarların niyeti gerek gönülsüz mesai veya fazla mesaiye zorlayarak mevcut işçilerden aşırı sömürü yoluyla verim almaya çalışarak gerekse de “paşa gönülleri sırf öyle istediği” için seni beni ağır iş yükünün altında boğarak nasıl kazançlar elde ediyorlar ve bu kazançları elde edebilmek için nasıl rüşvetler veriyorlar?
Bunun çok meşhur ve basit bir yöntemi var. İtalyancası; ossurossurippedizze. Türkçesi ise; osur osur ipe diz.
Adeta bir yerlerinden çıkarır gibi unvan yaratıp makam mevki icat edip gönlü bol şekilde title dağıtıyorlar. Bilmem ne sorumlusu, bilmem ne koordinatörü, bilmem neyin junior’u, bilmem neyin senior’u, bilmem neyin raportörü, bilmem ne elemanı vesaire… Hepsini sıralamaya kalksam yayın olur bir saat.
Fakat günün sonunda mevzu fazla iş yüklemeye, fazla görev yüklemeye geldiğinde böyle pohpohlayıp manevi rüşvetler vermek bir kenara dursun, iş bordroya, ücret pazarlığına geldiğinde hemen patron kılıklı efendiler kapıyı parmakla gösterip şunu diyorlar, “dışarıda senin gibi çalışmak isteyen bir sürü insan var. İşini, görevini beğenmiyorsan al tazminatını çık git. Sen yapmazsan yapacak başkası elbet bulunur.”
Tabi yersen.
Yani bu kadarda candan seviyorlar seni-beni. Biz halk olarak, çalışan insanlar veya çalışmaya çalışan insanlar olarak bir iş bulduğumuz zaman genelde bu tarz manevi rüşvetlerin kurbanı oluyoruz. Çok çabuk satın alıyoruz bu yalanları.
Senden düşünmeni ve gözlemlemeni istiyorum. Üretime, fazla mesaiye, aşırı iş yüküne gelirken “hepimiz bir aileyiz” mottosunu kullanıyorlar, ancak emeğimizin karşılığını almaya geldiğinde, ürettiğimiz değerin meyvelerini toplamaya geldiğinde, yani bölüşmeye geldiğinde biz o ailenin üvey evladı oluyoruz. Gel de çık bu işin içinden.
Sen şu lafı hiç duymadın mı? Belki çocuk sayılabilecek yaşta iken küçük bir kapitalistin yanına verilip “al ustam, eti senin kemiği benim, adam et bu hergeleyi, buna meslek öğret” denildikten sonra hangimiz berber çırağı, kasap çırağı, oto sanayide usta çırağı, bisikletçide bisikletçi çırağı, manavda manavın çırağı, markette marketçinin çırağı, onun bunun çırağı olmadık ki…
Birçok yayında tekrar ettiğim gibi yine söylüyorum, çalışmak kadar güzel ve onurlu bir şey yokken, neden küçük yaşlardan beri basit ve ucuz manevi rüşvetler karşılığında ve sırf o güne kadar öyle gelmiş diye adeta ruhumuzu sermayedarlara, kapitalistlere peşkeş çekiyoruz ki?
Yakın zamanda beni derinden yaralayan bir habere denk geldim. Haberin başlığı şu “Eski işvereninden 200 lira alacağını isteyen 16 yaşındaki genç 5 saat boyunca dayak yed”
Uzun zamandır patronundan tahsil edemediği 200 liralık alacağı almaya gittiği gün işverenleri tarafından çalıştırılmış ve aynı günün akşamı saatlerce darp ve işkenceye maruz kalmış. Çocuğun eti patronlarına kalmış kemiği babasına. Mahvolmuş her yeri kırık çürük içinde…
Senden düşünmeni istiyorum. Vicdanlara sesleniyorum, bedenini ve saatlerini ücret karşılığında satan bizler, kendine “ne olduğu” sorusu sorulduğunda işçi olduğunu, bir ücretli köle olduğunu kabul etmektense “ben bilmem neyin sorumlusuyum, bilmem ne yakalayım, vasıflı elemanım, kalifiye elemanım, bilmem ne plazasında çalışıyorum” dedikten sonra o haberdeki çocuğun yediği dayağın farklı versiyonunu hergün, her ay sonu yiyen insanlar olarak, güzel güzel unvanlarımızı öne çıkarıp ya dayak yemediğimiz ya da yediğimiz dayaktan memnun olduğumuzu iddia ederek kendimizi kandırmıyor muyuz?
Senden anlamanı rica ediyorum. Dayanışmayan her işçinin başına geldiği gibi, hepimiz neredeyse hergün emeğini ve zamanını bir ücret karşılığında satan işçiler olarak kesintisiz şekilde dayak yiyoruz.
Unutma! Özgürlüğün en büyük düşmanı halinden memnun olan kölelerdir.
Bizler halk olarak, çalışanlar ve işsizler olarak her ay sonu ve ay boyunca sermayedar dayağı yiyenler olarak ne biliyoruz? İnsanlık tarihi diye bahsettiğim şey aslında toplumsal sınıfların ve o sınıfların mücadelesinin tarihi.
Gücün bazen zenginden fakire geçişinin, bazen fakirden zengine geçişinin, bazen bir sömürenden başka bir sömürüne geçişinin, bazen de bir zenginden başka bir zengine geçişinin tarihi. Tarihe ve içinde bulunduğumuz bu duruma, bu düzene, kapitalizme bu şekilde bakmak neden önemli? Çünkü bizler sömürülen halklar olarak eğer asıl meselenin bu sömürüyü ortadan kaldırmanın önemi olduğunu anlamazsak, her ne unvan ve nam altında olursa olsun çok uzun bir süre dayak yemeye devam edeceğiz. Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.
İlk Yorumu Siz Yapın