Kapitalist toplum ve çalışmaya ihtiyaç duymayacak kadar zengin olmak. Kapitalizm insanları tembelleştirir mi? Kapitalist bir düzende herkes zengin olabilir mi?
Nasılsın? Umarım keyfin ve sağlığın yerindedir. Bu yazıda seninle kapitalizme daha önceleri gönül vermiş birisi olarak konuşmaya devam edeceğim. Ben bugünkü düşünce yapıma ulaşmadan önce kapitalizmin bireyi ve insanlığı şuan olduğundan daha iyi noktalara taşıyacağı konusunda ümit ve hayallere sahiptim ama değirmenin altından çok sular geçti. Gel birlikte bakalım, kapitalizm neden insanlığı tembelliğe ve üretimsizliğe sürüklüyor?
Sıradan insanlarız
Senden, bu dünyadan beklentisi çok da büyük olmayan, sadece geçinebilmek kaygısı taşıyan ve aydan aya yaşayan bir insanı düşünmeni istiyorum. Zaten çoğumuz böyle insanlarız. Ya çalışan bireylerin çocuklarıyız ya da kendimiz çalışıp ev geçindirmeye çalışıyoruz.
Bizler halk olarak, bu sıradan insanlar olarak kapitalist toplumların içinde yaşıyoruz ve bu toplumda yer alan diğer bireylerin çoğu gibi ömrümüzün en az bir döneminde herkesin zengin olmak istediği gibi zengin olma hayalleriyle yaşıyoruz.
Kimi coğrafya bu zenginlik akşam geldiğinde sofrada yemek bulabilmek, kimi coğrafyada yeni çıkan bir telefona, bilgisayara veya arabaya sahip olabilmek, kimi coğrafyada başını sokabilecek bir yuva bulabilmek ama neticede karşımıza çıkan bir gerçek var. Bunların hangisini yapmak istiyorsak olalım, herkesin zengin olmak istediği bir toplum içerisinde herkes zengin olamazken, herkesin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını istediği bir toplumda bu gayet mümkün ve uygulanabilir bir model.
Bu zenginliğine zenginlik talebinin ucu bucağı, sınırı yokken. temel ihtiyaçlarımız gayet sınırlı ve makul istekler. Örneğin bir ülke ölçeğinde ne kadar gıdaya ihtiyacımız olduğu, ne kadar haneye ihtiyacımızın olduğu, ne kadar arabaya ihtiyacımız olduğu, ne kadar kömüre, buğdaya, hatta elektriğe, suya ve ısınmak için enerjiye ihtiyacımız olduğu da hesaplanabilir ve çalışarak üretilip karşılanabilir durumda.
Tekrar söylüyorum çünkü burası çok önemli, çalışarak karşılanabilir ihtiyaçlar. Tam bu noktada yakın zamanda internette denk geldiğim bir videoyu sana göstermek istiyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=Ncz–CwR__8
Videoda elinde telefon tutan bir genç süper lüks ve pahalı arabalara binen insanların yanına gidip ne iş yaptıkları sorusunu soruyor. Çok ilginçtir ki bu insanlar ya çalışmadıklarını söylüyorlar, ya ne işle uğraştıklarını söylemiyorlar ya da açık bir dille diyorlar ki “ben babamın parasını yiyorum.” Son zamanalrda bu tür videolar popüler oldu, sen de açık kaynaklarda aratıp yüzlercesini izleyebilirsin.
Çalışmayı gerektirmeyecek kadar zengin olma hayali
Hem kapitalist bir toplumda yaşayan bir birey olarak kendini gözlemlediğim zaman hem de, uçuk servetlere ulaşmış bu zenginleri gözlemlediğin zaman bir şeyin farkına varacaksın ki o da nirvanası “hiç çalışmayı gerektirmeyecek kadar zengin olmak” olan bir düzende, insanların bu rol model olarak aldığı hayatlar ,o zenginler kulübünün üyeleri, yaşamlarının bir noktasından sonra işçi olarak çalışmayı bırakıp üretimden çıkıyorlar.
Hemen ardından da kendi yerlerine işleri yürütecek elemanları işe alıyorlar ve servetlerini yönetmesi için yatırım fonlarına paralarını aktarıyorlar. Burada çok dikkatlice dinlemeni istiyorum. Unutma ki hem o insanın hem de toplumun temel ihtiyaçları dahil neye ihtiyacı varsa o ihtiyaçlar bizi terk etmiyor ve bu ihtiyaçların sağlanabilmesi için birilerinin üretiyor olması lazım. Fakat önüne öyle bir ekonomik model koyuyorlar ki bu modelin nirvanası yani ulaşmak istediği, birey taşımak istediği yer, onu üretimden ihtiyaçlarının sağlandığı o şemadan çıkarıyor.
Peki soru şu. Bu insanların ihtiyaçlarını kimler karşılıyor? Cevap, açık ve basit sen ve ben, çalışmaya muhtaç olan hangi ücretli köleler varsa o insanlar sağlıyor. Yani bizler kendimizden gayrı bize işveren ne kadar kapitalist ve sermayeler varsa onları daha rahat ettirebilmek için, onları bu üretim modelinden çıkarabilmek için, onları daha da zengin edebilmek için çalışıyoruz.
Neden?
Günün sonunda belki bizde öyle insanlar olabilelim diye.
Senden düşünmeni ve anlamı rica ediyorum. Bu düzenin ayakta kalabilmesinin tek sebebi senin-benim gibi sıradan insanların bir gün o talih kuşunu bulabileceği hayaliyle yaşaması. Bu düzenin başka hiçbir dayanağı yok. Böyle aptal ve asla gerçekleşmeyecek bir hayali büyük kitlelere, halkın kendisine kesintisiz bir şekilde propaganda yolu ile iletip senin-benim bu yalana inanmamızı sağladılar.
Eğer sen hâlâ kapitalizmin insanlığı ve toplumu daha da gelişmiş, daha da uygar bir noktaya getireceğini düşünüyorsan ve “zenginliğe” giden bu yolda o talihli bireylerden olabileceğine inanıyorsan yayını dinlemeye devam edebilirsin çünkü sana anlatacağım şeyler var.
Sömürüden beslenen bu üretim ilişkilerinde, kapitalist üretim modelinde, ürettiğimiz değerlerin başkaları tarafından alındığı, el konulduğu ve biriktirildiği ve bu sayede o kişilerin tembelleştiği bir düzende, ya hepimiz zengin olursak ne olur? Asıl soru burada. Verilecek cevap açık ve bellidir. Hiç kimse çalışmak istemez.
Borçlular düzeni
O halde soru şu. Senin benim çalışmamı sağlayacak olan şey ne? Sadece ihtiyaçlarımız mı? Hayır. Hem ihtiyaçlarımız, hem borçlarımız. Bugün içinde bulunduğun ülke dahil dünya halklarının ve devletlerin büyük bir kısmı bankalara, çeşitli çeşitli aracı kredi kurumlarına, halklar vergi devletler ise kredi ile çok büyük oranda borçlanmış ve tasmayı kaptırmış durumda.
Tabi bu liberallere sorsan sana verecekleri cevap şu, “biz kimseye gelip bizden parçalı demedik insanlar kendileri tıpış tıpış geldiler. Bizlerden krediler ve borçlar aldılar. Biz hem onlara hem devletlerine bazı borçlar verdik. Zorla kullanmadınız ya bu kredileri”.
Tabii yersen.
Biz ne biliyoruz? Karşılığı olmadan basılan bütün paralar, bütün borç senetleri, merkez bankalarımız ve o ticari bankalar tarafından sözde kredi puanı yüksek, o zengin bireylerin ceplerini doldururken, bu arada onlara borçlanan ister isteyerek, ister istemeyerek borçlanan halklar bizleriz.
Sarımsak gören vampir = vergi gören kapitalist
Elbet bir şekilde o zenginliklerinin “sadakaları” kendilerinden istendiğinde, yani “vergi verin, içinde bulunduğunuz, malınızı sattığınız topluma bu vereceğiniz vergiler hizmet olarak ve altyapı olarak geri dönsün, toplum da kalkınsın” dediğin zaman sanki bütün zenginler, din, dil, ırk, kültür farkı gözetmeksizin aralarında anlaşmış gibi çok kesin bir cevap veriyorlar;
Veğgi, veğgi yöök bonsuar
Hepsi konuya bir anda Fransız kalıyorlar. Bugün haritadaki yerini bilmediğin, konuştuğu dili bilmediğin bir ülkedeki kapitalist ile, senin içinde yaşadığın ülkedeki kapitalistler adeta ağız birliği yapmış gibi söz konusu vergi vermeye geldiğinde bu şekilde bilinçli ve planlanmış gibi hareket ediyorsa burada önümüze tek bir sonuç çıkıyor: enginlerin tamamı, sömürenlerin tamamı sınıfsal çıkarları konusunda oldukça bilinçli ve kesin davranıyorlar.
Eğer yayınlarımı düzenli bir şekilde dinleyen bir dinleyici isen burada zenginden kastın, dünyadaki zenginliklerin neredeyse tamamını elinde bulunduran az bir insan toplusunun, yüzde birlik bir kısmından bahsettiğimi bilirsin.
Biz de bu adamların “eğer çok çalışırsanız bir gün siz de zengin olabilirsiniz. Gelin ve bize çalışın” gibi dogmatik ve altı boş yalanlarına inanıyoruz. Tekrar söylüyorum, ben de bir zamanlar bu yalanlara inanıyordum ama baktım ki vergi vermeye can atan bir sermayedar göremiyorum, tam aksine sermayesini vergiden kaçıran, vergiden uzaklaştıran sermayedarlar görüyorum o zaman anladım ki bu insanların çok büyük sınıfsal çıkarları var ve onlar bu çıkarların farkındalar.
O halde bizler bir gün zengin olma hayaliyle yaşayarak bu sömürü düzenine kan ve can sağlayan insanlar olarak aslında bu iki sınıf temelinde ayrılmış dünyada, yani sömürenlerin ve sömürülenlerin olduğu dünyada yine o sömüren kesimin bir zihniyeti, bir üretim modeli, bir ekonomik deneyi olan kapitalizme inanarak onları daha zengin ve daha tembel hale getirmiyor muyuz? Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.
İlk Yorumu Siz Yapın