GEL TEZKERE: GÖNÜLSÜZ ÇALIŞMA- Podcast Dinle

Zırvaizm podcast nedir? Zırvaizm, en çok dinlenen Türkçe podcast yayınlarından biridir. Bu podcasti en iyi podcastlerden biri yapan şey ise içten, çıplak ve asılcı bir diyalog ile toplumun, tüketicilerin ve çalışarak geçinen insanların ekonomik sıkıntılarına değinmesidir. Yazı, video veya podcastleri internet sitesinde, YouTube’da, hem Google Podcast üzerinde hem de Spotify Podcast ve daha bir çok platformda podcast önerisi olarak bulabilirsin ve sen de dostlarına tavsiye edebilirsin.

Pandemi ile sırtımıza yüklenen maliyetler. Askeri hiyerarşi ile yönetilen şirketler. Gönülsüz emek ve çalışmaya zorlanmak.

Transkript

Ne haber nasılsın? Tezkereye kaç gün var? Ben emekli olana, yani tezkere mi alana kadar daha yaklaşık 40-50 senem var. Umuyorum senin terhis olmana az kalmıştır. Fark ettin mi bilmiyorum ama bizim gibi çalışan veya iş arayan insanlar için çalışma hayatı adeta askerlik haline gelmiş durumda.

Gel birlikte bakalım, içinde yaşadığımız toplumlarda emek denilen şey kapitalistlerin anlattığı gibi gönüllü bir şekilde mi satılıyor yoksa ortada zorunlu veya zorlayıcı bir durum mu var?

Sana ilk olarak maliyet denen şeyin senin için, benim için, kapitalistler için ve toplum için ne anlama geldiğinden bahsetmek istiyorum.

Maliyetler

En başta söyleyeyim, maliyetlerin asla ama asla kaybolmaz, belki yer değiştirir. Örneğin pandemi sebebiyle evden çalışmaya başlayan insanları ele alalım. Bu insanlar arasında senin tanıdıkların akrabalarında olabilir.

Onlara şunu sor, de ki; “Sen evden çalışmaya başladığın andan itibaren aylar boyunca geçen sürede ısınma maliyetin, elektrik giderlerin, internet giderlerin arttı mı, azaldı mı?

Alacağın cevap şu olacak ki, o insanlar işyerlerinde çalıştığı zamanlara kıyasla, evden çalışmaya başladıkları andan itibaren az önce saydığım bütün bu maliyetleri kaçınılmaz olarak artmış olacak. çünkü daha önce iş yerindeyken kombiyi, petekleri, şömineyi ve sobayı açık bırakmıyordu. Lambaları açık bırakmıyordu, modemi, interneti bilgisayarı açık bırakmıyordu.

Evde olmadığı için temiz su da tüketmiyordu. Fakat bu insanlar iş yerinde değil de evden çalışmaya başladığı andan itibaren bütün o maliyetler kaybolmadı yer değiştirdi. Daha önce işverenin sırtında olan maliyetler artık işçilerin sırtına yüklenmiş oldu.

Bugün bütün operasyonlarını evden çalışma üzerine oturtan, artık bundan sonra sadece evden çalışacağını açıklayan çok büyük şirketler var. Peki hiç araştırdın mı bu, şirketlerin ve işverenlerin az önce bahsettiğim ve artık işçinin sırtına yüklenen o maliyetlere karşı bakış açısı ne…

Bu maliyetler kapitalistler tarafından, işverenler tarafından göz önünde bulunduruluyor mu? Elbette hayır. Pandemi den önce de şirketin, bir üretim hanenin bu dış maliyetlere, dışsal maliyetlere bakış açısı zaten belliydi.

Burada sana ufak bir örnek vereyim. Misalen bir restoran açtığını düşün. Şehrin bir bölgesinde bir iş kurduğun hayal et. Akla gelen temel ve ilk maliyetlerin nelerdir? Kiran, işçilere vereceğin ücret. alacağın malzemeler, aydınlatma ve ısıtma giderleri vs vs.

Fakat bir kapitalist olarak hesaba ve göze almayacağım başka dışsal maliyetler vardır. Örneğin o restoranın açtığın yere bir sürü müşteri ve insan gelecektir araçlarıyla. Bu haliyle o bölgede yaşayan insanların park yeri bulması konusunda zorluk yaratacaktır.

Hakeza kuryelerin olduğu ve dışa servis vermeye başladığın zaman araçlarının bir gürültüsü, havaya saldığı egzoz gazı ve dışarı attığı çöplerden dolayı kötü bir koku ve kötü bir görüntü olacaktır. Beraberinde restoranının bulunduğu bölgeye sokak hayvanları üşüşecektir.

Fakat bir kapitalist bir işveren olarak bu maliyetlerin bu dışsal maliyetlerin hiçbirini hesaba katmazsın çünkü bu maliyetlerin çoğu toplumun sırtındadır.

O halde bu noktada diyebileceğimiz şey şu ki, maliyetler kaybolmaz, yer değiştirir. Nasıl zengin milletlerin yükünü fakir milletler çekiyorsa, zengin insanların yükünü fakir insanlar çekiyorsa, doğal olarak kapitalist bireylerin yükünü de içinde bulunduğu toplumlar çeker.

Gölüllü Emek ve Askervari Şirketler

Peki bu durumun gönüllü emekle ne ilgisi var? Şimdi. Kapitalistler bize uzun süre boyunca ne anlattılar, hangi masalları okudular? Dediler ki, “emek piyasasında öyle bir özgürlük vardır ki herhangi bir işçi işinden memnun olmadığı zaman gidip istediği firmaya emeğini ücret karşılığında satabilir.”

Farz edelim ki bu adamlar doğru söylemiş olsunlar. Farz edelim ki içinde yaşadığımız toplumda hiç işsizlik olmasın.

Bu söylem öyle büyük oranda gerçeğe aykırıdır ki kendine şu soruyu sorduğun zaman, çalışan arkadaşlarına, eşlerine, dostlarına şu soruyu sorduğun zaman sadece ne cevap alacağını bakman yeterlidir

Onlara de ki; “sen gönlünden geldiği için, çalışmak istediğin için mi çalışıyorsun, yoksa hayatta kalmak için mi çalışıyorsun?”

Alacağın samimi cevap şu olacak ki, kapitalist toplumların büyük bir çoğunluğu hayatta kalabilmek pahasına çalışıyor.Öyle liberallerin sana bana sattığı gibi, kapitalizmi anlatan kitaplarda yazdığı gibi gönüllü bir emek falan söz konusu değil.

Tam da bu noktada sana bir isimden bahsedeceğim. Daniel McCallum. Kendisi İskoç kökenli ve Amerikan Devlet Demiryollarında çalışmış olan bir mühendis. Peki bu isim bizim için neden önemli?

Çünkü kendisi bugün bilindik manada birçok şirket tarafından alınmış ve kullanılan organizasyon şemasının mucidi.

Daniel McCallum Amerikan iç savaşı’nda mücadele verdikten sonra oradaki askeri nizamdan ilham alır ve oturup bir organizasyon şeması çizer derki, “biz demiryollarını işletirken aynen askeriyede olduğu gibi birimler ve birlikler halinde örgütlenerek, adeta bir askeri düzen içerisinde çalışırsak birçok idari engelin önüne geçebiliriz.

Dediğinde kendince başarılı da olur. 1896 yılına gelindiğinde IBM şirketinin o günkü eski hali olan Tabulating Machine Company, bugünün manasıyla şirketlerin çok büyük bir yüzdesinde kullanılan organizasyon şemasını ilk hayata geçiren şirket olur.

Peki bu organizasyon şemasından kastım şu. Tepede bir CEO veya CFO’nun bulunduğu (ki bu unvanların hepsi aslında doğrudan ordudan dan alınma unvanlardır), o en üst yöneticilerin altında departman birimleri ve bu birimlerin başında menajerlerin olduğu (örneğin İK yöneticisi, satın alma yöneticisi, lojistik yöneticisi) ve o yöneticilerin altında alt birimlerin, bölüklerin olduğu bir yapıyı kastediyorum.

Dediğim gibi bu yöntem, bu tarzda bir örgütleniş, içinde bulunduğu ülke gibi bütün kapitalist ülkelerde var olan ve belli bir ölçeğin biraz üstündeki bütün şirketlerde uygulanan bir örgütlenme yöntemidir.

Tıpatıp askeri bir örgütlenme askeri bir nizam, askeri bir işe alım ve eğitim süreci…

Birazdan daha fazla detay verince eğer çalışan bir insansan veya böyle şirketlerde çalışan insanları tanıyorsan tam manasıyla ne demek istediğimi anlayacaksın. Organizasyon şemasını ikinci olarak sahiplenen diğer bir şirkette P&G şirketi.

Bunu bilmek neden önemli? Yani hem tekel diyebileceğimiz büyüklükte bütün şirketler hem de belli bir çalışan sayısını aşmış bütün şirketlerin bu şekilde örgütlenip yönetildiğini bilmek şu yüzden önemli.

Şirketler sadece örgütlenme mantığıyla askeri bir yapıyı veya askeri bir disiplin temsil etmiyor. Aynı zamanda o yapılarda yer alan adeta piyadeler olarak çalışan bizler, bir üstümüzden gelen emirleri sorgulamayan bizler, neyin, ne zaman, nasıl, hangi teknolojik araçlarla, nerede ve nasıl, ne süreyle üretileceğine karar veremeyen bizler, çalışanlar olarak o emir komuta düzenine girdiğimiz andan itibaren tabiri caizse aklı ve mantığı bir kenara bırakıyoruz ve kendi almadığımız kararların doğrudan bedelini ödüyoruz.

Pandemi boyunca ve sonrasında evden çalışmayla sırtımıza yüklenen maliyetler de bunlara dahil. O maliyetleri ne evlerden çalışmamızı söyleyen işverenler üstleniyor, ne de bir başkası. Sadece biz üstleniyoruz. O sorumluluğun altına biz giriyoruz. Fakat söz konusu ganimet toplamak ganimeti paylaşmak olduğunda senin benim yüzüme bakan yok. Fikrimizi soran da yok.

Peki böyle pandemi gibi olağanüstü durumlar bu askeri hiyerarşi içerisinde kurulmuş ve yönetilen şirketlerin tek zayıf noktası mı? Elbette hayır!

Bir çalışma geçmişim var mı veya daha önce bir iş ilanına başvurdun mu bilmiyorum. Fakat üç aşağı beş yukarı çalışma hayatına girerken seni bekleyen şey şu; herhangi bir şirketin işçiye ihtiyacı vardır, çalışana ihtiyacı vardır. Şirket seninle doğrudan iletişime geçebilir ya da sen şirketin bu talebinden ötürü oluşturmuş olduğu ilana başvurarak onlarla çalışmayı istediğini belirtir. bir cv veya öz geçmiş gönderirsin.

Neticesinde o talebin sahibi olan şirket sana ulaşır ve derki, “beyefendi veya hanımefendi, sizinle şu tarihte şu saatte başvurunuzla alakalı görüşmek istiyoruz”.

Zaten ilanda ne , ne kadar ücret vereceklerine, ne hangi sağlıklı koşullarda seni çalıştıracaklarını, ne seni tam olarak kaç saat çalışacakları, nede sana ne kadar ücret vereceklerini yazmamışlardır…

Görüşmeye gidersin, (unutma talebi oluşturan onlardır) sana ihtiyacı olan onlardır. ama her ne hikmetse sen onları sorgulamasın. onlar seni sorgular.

Derler ki “daha önce bir deneyimin var mı, nereden mezun oldun, nasıl bir insansın, hobilerin neler?” vs vs. Ama şu mesela olağan dışıdır. O talebin, işçi talebinin karşı kısmında olan sen, tutup “ücreti zamanında yatırıyor musunuz? Sigortayı eksik mi yoksa tam mı yatırıyorsunuz? Haftada tam olarak kaç saat çalışacağım? Beni fazla mesaiye “gönülsüz emeğe zorlayacak mısınız? Yıllık izinlerini zamanında ve istediğim gibi kullanabilecek miyim? Hasta olduğumda veya hamile kaldığımda beni kapının önüne koyacak mısınız? Pandemi gibi “olağanüstü” durumlarda beni yaşanamayacak bir ödenekle yaşamaya mecbur mu bırakacaksınız? Bu yılki bilançonuz veya karınız ne? Şirketimizin pazar payı ne? Yarın öbür gün pazar payınızı kaybettiniz diye ben işimi kaybedecek miyim?…” Gibi soruların hiçbirini sormayız ve sormayız.

Unutma işçi arayan onlar. Böyle bir taleple sana gelen onlar. Fakat sen onları sorgulayamıyorsun. Onlar seni sorguluyor. Nasıl bir piyade olacağına, emirleri ne ölçekte ne kadar gönüllülükle kabul edeceğine, halihazırda sürdürdükleri o sömürü düzenine tehlike teşkil edip etmeyeceğine bakanlar onlar.

İşte o yüzden yazının başında emekli olmaktan adeta bir tezkereye sahip olmak gibi bahsettim. Senden içinde bulunduğumuz bu durumu iyi anlamanı ve düşünmeni rica ediyorum. Neden aklın ve mantığın sorgulamanın asla işlemeyeceği fakat onun yerine sürekli bir propagandanın, sürekli bir itaatin, bir üstünden gelen emirlerin harfiyle yerine getirildiği bir eko-sistemin içine girmek zorundayız?

Bu bir şirketin kurulup ve yönetilmesi için tek yegane ve en doğru yönetim biçimi mi? HAYIR, ELBETTE HAYIR.

Eğer sen de araştırırsan bunun farklı örnekleri olduğunu, hem kazanım konusunda, hem de karar alma konusunda çok daha demokratik ve işçi dostu organize olma biçimleri olan kurumlar kurup yaşatmanın mümkün olduğunu göreceksin.

Her ne hikmetse emek piyasasını çok iyi değerlendirebilen, herhangi bir alanda çalıştırılacak en iyi işçi adaylarını bulmaya çalışan bu insan kaynakları hizmetleri nedense o yazının başında anlattığım maliyetleri, özellikle de seni beni işten çıkardıktan sonra sırtımıza yüklenecek maliyetleri hem bireysel hem toplumsal olarak hesaplama konusunda eksik kalıyor.

Biz şunu biliyoruz ki, işsizliğin çok olduğu bir toplumda insanların işten çıkarıldığı, işten atıldığı bir toplumda bunun beraberinde alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, aile içi şiddet, geçim problemleri ve birçok toplumsal yan etki beraberinde geliyor.

Fakat biz hem toplum olarak hem de askeri hiyerarşi ile yönetilen kapitalist şirketlerde çalışanlar olarak almadığımız, içine dahil olmadığımız bu kararlardan ötürü bireysel ve toplumsal olarak bunun yararlarını çekiyoruz. Ne diyeyim sana hayırlı tezkereler, üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünken.

İçeriği beğendin mi? Beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin!
Become a patron at Patreon!

SON 5 BÖLÜM

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir