SORUNCA “İNSAN DOĞASI” DİYORLAR- Podcast Dinle

Zırvaizm podcast nedir? Zırvaizm, en çok dinlenen Türkçe podcast yayınlarından biridir. Bu podcasti en iyi podcastlerden biri yapan şey ise içten, çıplak ve asılcı bir diyalog ile toplumun, tüketicilerin ve çalışarak geçinen insanların ekonomik sıkıntılarına değinmesidir. Yazı, video veya podcastleri internet sitesinde, YouTube’da, hem Google Podcast üzerinde hem de Spotify Podcast ve daha bir çok platformda podcast önerisi olarak bulabilirsin ve sen de dostlarına tavsiye edebilirsin.

İnsan özünde kötü müdür? Açgözlülük ve doyumsuzluk doğuştan mı gelir? Kapitalist düzen insan doğasına uygun mudur? İnsan doğası üzerine. Çıkar çatışması.

Transkript

Nasılsın açgözlü ve bencil okuyucum? Sana açgözlü ve bencil dedim dediğim içni alındın mı? Alın. Bir şeyi merak ediyorum, şu lafı ne kadar çok duydun; “İnsan dediğin özünde açgözlüdür, bencildir, doyumsuzdur ve doğası gereği bunları yapar”.

Ben bu lafları oldukça fazlai işittim. Hala da işitiyorum. Fakat daha önce bu önermelerin doğru önermeler olduğunu kabul ederken, şuan bundan tamamen ayrı düşünüyorum. Eğer sen de, bu lafları daha önce duyduysan gel seninle birlikte bakalım, bizler neden insanlar olarak doğamız gereği açgözlü ve doyumsuz olduğumuza inandırıldık.

Evvela bu hastalıklı düşüncenin çıkış kaynağının neresi olduğuna bir göz atalım. Bu fikri dillendiren birden fazla düşünür ve yazar olmasına rağmen, bunun ağababası Thomas Hobbes. 17. yy’da yaşamış ve ölmüş bir filozof.

Thomas Hobbes

Hobbes der ki “insan kötüdür, özünde bencildir”. Peki bu öğreti ne kadar doğru? Yani insanın doğası gereği, genetik olarak ve doğuştan gelecek şekilde adeta programlanmış şekilde kötü olduğunu varsayma fikri ne kadar kabul edilebilir?

Sana bir soru sormak istiyorum. Sen dünyaya geldiğinde, bebekken kötü bir bebek miydin, hırslı mıydın?

Para hırsın, makam hırsın, güç hırsın, cinsel arzuların ve isteklerin var mıydı? Yoktu.

İnsan Doğası, bencillik, açgözlülük, doyumsuzluk ve hırslı olmak.

Bütün bu fonksiyonların tamamını içinde bulunduğun aile ve toplumun normlarına göre şekillendirdin. Yani şekillendin. Temel ihtiyaçlarını basitçe sıralayacak olursak, hava, su, yiyecek, giyecek, barınma, ısınma ve uykuydu ihtiyaçların.

Şu an 20’li veya 30’lu yaşlarda olman aslında bu ihtiyaçları da arkada bıraktığın anlamına gelmiyor. Temel ihtiyaçların aynı kaldı, bu ihtiyaçların üstüne ardıl ihtiyaçlar geliştirdin ve o ihtiyaçları elde edebilmek uğruna yaşam mücadelesi vermeye başladın.

Bu mücadeleyi hala verebiliyor olduğunu umarak yazıya devam edelim.

Sen bir bebekken de, bir yetişkinken de, hem temel ihtiyaçların, hem de diğer ihtiyaçlarını karşılamak konusunda hem kendin hem de başkalarınca üretilmiş ürün ve hizmetleri tüketmeye başladın.

Örneğin temel ihtiyaçlarından gidecek olursak, temiz su. O suyun sana ulaştırılabilmesi için kaynağından alınıp sana getirilmesi için birileri bir araya geldi, barajlar ve kanallar inşa ettiler, alt yapılar hazırladılar ve sen suya kavuştun.

Aynı şekilde yiyecek. Senin-benim tükettiğim yiyecekleri başka başka insanlar yine bir araya gelerek ürettiler ve soframıza kadar geldi.

Kıyafetlerimiz, ipeğinden pamuğuna, üretenden tarlasından toplayana, atölyede onu iplik ve kıyafet haline gelene ve san bir kıyafet olarak ulaşana kadar bir sürü insan üretime dahil oldu ve beraberce kıyafetlerimizi ürettiler.

Sonraki ihtiyaca geçelim Barınma. Eğer el ile bir kişi tarafından yapılmış kerpiç veya tahta bir evde yaşamıyor da betonarme bir yapıda yaşıyorsan da şu an içinde bulunduğun yapıyı da başkaları beraberce inşa etti.

Liste uzar ve gider…

Peki bu bencillik, doğası gereği kötü olma, hırslı olma mevzusu bu işin neresinde? İki konu arasında bağlantı kuralım. Mesela bu ürünlerin ve hizmetlerin üretilmesi noktasında o ürünleri ve hizmetleri üretenler “ya ben sadece kendim için yaşarım kardeş, kendime üretirim, kendim eker-biçerim, kuyumu deler suyumu çıkarırım, ağacı keserim odunumu yakarım, evimi de kendim yaparım, hazırlayabildiğim kadar yiyeceği kendim üretirim”. demediler.

Tam aksine üretime toplumsal bir nitelik kazandırıp, normalde zaten bir kişinin istese de yapamayacağı şeyleri (hepimizin kullandığı yüksek teknoloji ürünleri de dahil olmak üzere) iş gücünü bir araya getirerek üretmeyi başardılar.

Söz konusu şu, bundan 10.000 yıl önce yaşamış bir insanın DNA’sı ile, şu an yaşayan insanın arasında fark yok. Aynı DNA, aynı genetik ve doğuştan gelen aynı özellikler. Fakat 10.0002yıl önce yaşamış insanın davranışları ile bugünün insan davranışları arasında (örneğin o aç gözlü olma ve rekabet etme davranışı arasında) dağlar kadar fark var.

O halde şunu diyebiliriz; insanların davranış kalıpları genetikten bağımsız olarak değişebilmektedir.

Peki bunu bilmek enden önemli? Kötü olarak doğmadığımızı bilmek, doyumsuz ve açgözlü, rekabete bayılan bireyler olmadığımızı bilmek neden önemli?

Evet biliyorum. Çoğumuz o gündelik yaşamlarımızdaki deneyimlerimiz yüzünden, iş yerlerimizde, siyasette ve insan ilişkilerinde gördüğümüz şeyler yüzünden bu basmakalıp cümleleri çok çabuk satın alıyoruz.

Diyoruz ki “doğuştan açgözlüyüz biz arkadaş, hırslıyız”. Yok mu açgözlüler aramızda, var. Elbette var.

Asıl Kötüler

Böyle özelliklere sahipler onlar. Fakat onlar da doğuştan öyle doğdukları içni değil, kendilerine öyle olabilmeyi imkan veren bir düzende, öyle olmayı tercih ettikleri için o konumdalar. O ayrı bir şey.

Misalen söylüyorum. Bu davranış biçimleri insanın doğası gereği ve neredeyse hepimizde gözlemlenebilir olsaydı, Jeff Bezos gibi dakikada $152.000 kazanan insanlar nüfusun sadece %1’ini değil de büyük bir çoğunluğunu teşkil ederdi.

Demek ki insanın içinde bir kötülükle dünyaya geldiği ve adeta programlanmışçasına açgözlü ve doyumsuzca davrandığı gibi ahstalıklı bir fikir insan nüfusunun çok az bir kısmında gözlemlenebiliyorsa, insanı ve insanlık onurunu aşağılayanların iddia ettiği gibi vahşi bir doğa kanunu değilde, bu durum en fazla bir anomali, hastalıktır. Garip bir durumdur. Birazdan ona da değineceğim.

Şimdi, sana senin de kendi hayatında ve etrafında gözlemleyebileceğin bir kaç tane örnek verip Hobbes’un ortaya attığı bu hastalıklı düşünceyi iyicene gömeceğim.

Örneğin. Hep daha fazlasını isteyen insan ve içinde yaşadığımız toplumlar, kesintisiz bir açgözlülük ve doyumsuzlukla mı yaşar yoksa bunun zıt örnekler ivar mıdır.

Mesela balıkçılık. Biz avlanan insanlar olarak biliriz ki, eğer avlandığımız gölde veya denizde balıkların yumurtlama sezonunda avlanmamamız gerektiği halde avlanırsak, kendi ayağımıza sıkmış oluruz ve bir sonraki sezon avlayabileceğimizden daha az balık avlarız.

O yüzden deriz ki “av yasağı getirelim, belirli sezonlarda avcılık yapmayalım, evet çok fazla avlanmak bize doyum ve kazanç getirir, ancak bunu yaparsak sürdürülebilri bir şekilde devam ettiremeyiz bu kaynağı, o halde daha fazlasını istemeyelim ve belirli dönemlerde avlanmayalım”.

Başka bir örnek de diyet mevzusundan gelsin. Belki ömrün boyunca bir defa da olsa diyet yapmışsındır. Gerek tansiyon, şeker, kolesterol değerlerini düşürmek için olsun, gerek fit ve güzel bir görünüme sahip olmak için olsun, gerek obeziteyi yenmek için olsun…

Sen yapmamış olsan da, mutlaka etrafında diyet yapan bir insana denk gelmişsindir. Diyet yapan kişi bir misafirliğe gider ve öyle iyi ağırlanmaktadır ki onun şerefine mükemmel lezzette yemekler yapılmıştır….

Ancak bir yandan da belki sağlığı için yememesi gerekiyordur. Önüne öyle tepeleme ve lezzetli tariflerle dolu bir tabak gelir ki, bilir ki eğer ihtiyacından fazlasını tüketip doyumsuz ve aç gözlü davranırsa bunun kendisine zararı var. O yüzden kendini frenler , daha fazlasını istemez. Belki arzularını dizginler.

Verdiğim bireysel ve toplumsal iki örnekte olduğu gibi. Bazen anlık olarak çıkarımıza aykırı da olsa ileri vadede daha iyi daha sağlıklı kazanımlar elde edebilmek için daha fazlasını istemeyiz çünkü bazen daha fazlasını istememek daha da sürdürülebilir olandır, daha verimli olandır.

Kalkıp deseler ki “insan çıkarcıdır, insanların çıkarları vardır”, ben samimi söylüyorum bu lafın altına imzamı atar ve şunu derim, “evet insan çıkarcıdır, ben de çıkarcıyım, sen de çıkarcısın, içinde bulunduğumuz toplumun da çıkarları var, insanlık olarak, uygarlık olarak da bazı çıkarlarımız var, ve ortada çıkar denen bir gerçek var”.

Fakat zenginler, sermayedarlar, kapitalistler, bunu sana-bana böyle anlatmıyorlar. Sürekli konuyu insanın doğasına, insanın genetiğine, insanın güya doğuştan gelen özelliklerine çekiyorlar.

Halbuki bu hastalıklı öğretileri savunanlar deseler ki, “arkadaşlar hepimizin çıkarları var, hepimiz çıkarcıyız”, bu doğru söz yanlış insanlardan geliyor olsa da mecburen kabul ederim.

Ardından derim ki “haaa, o zaman bizim tartışmamız gereken farklı bir konu var”.

Çıkarcıyım, Çıkarcısın, Çıkarcıyız

Şimdi geliyoruz ban teline. Sana bireysel ve toplumsal çıkarlarımızın, refah seviyemizle, yaşam kaltiemizle, doğa ve çevresel konular ile nasıl bağlantısı olduğunu anlatmak istiyorum.

Bizler, genç ömrünü çalışarak veya iş arayarak geçirenler olarak, çalışabilecek bir iş bulduğumuzda her insanın çıkarcı olduğu bu düzende bazı çıkar çatışmaları yaşıyoruz.

Örneğin çalışanlar, işçiler olarak istiyoruz ki, minimum saat çalışarak maksimum kazancı elde edebilelim. Çalışma saatlerimiz düşsün, ücretlerimiz artsın.

Bizim bu toplu çıkarlarımız karşısında da, söz konusu çıkar çatışmasına gelince de sermayedarların ve iş verenlerin çıkarları gündeme geliyor. Bir sermayedarın çıkarına gelen ise, seni maksimum saat çalıştırıp sana minimum ücreti verebilmek.

Bu iki çıkar birbirine temelden zıt ve çatışma içerisinde. Bu durum kapitalizm icat olunduğundan beri böyle. Kapitalizmden önce de farklı formlarda vardı.

Fakat özellikle bu düzende, yani kapitalist düzende, ekonominin topluma değil, toplumun ekonomiye ve piyasaya gömülü olduğu düzende, dolayısıyla aldığımız kararların çoğu ekonomik kararlar, çıkarlarımızın çoğu ekonomik çıkarlar.

Hangi evde yaşayacağın, hangi arabaya bineceğin, nasıl gıdalarla besleneceğin, hangi okula gideceğin, hangi sosyal ortamı paylaşacağın…

Ancak genelde çalışan ve iş bulmaya çalışan insanlar olarak çıkarlarımızın büyük bir kısmı birer ekonomik çıkar. Taleplerimizin çoğu ekonomik talepler.

O yüzden bugün bir birey için özgür olmak demek aslında finansal özgürlük, bir ülke için özgür olmak demek aslında ekonomik bağımsızlık demek.

Peki hem çalışanlar olarak, hem de halk olarak, bizim çıkarlarımız o yukarıda bahsettiğim az bir insan toplusu olan, nüfusun %1-10’unu teşkil eden sermayedarlar grubu ile çeliştiği zaman ne oluyor?

Burayı çok dikkatlice okumanı ve düşünmeni istiyorum. Oturup bize yazının başında söylediğim mavalları-safsataları söylüyorlar. Belki bunu kendi açgözlülüklerini, hırslarını, doyumsuzluklarını ve sömürülerini meşrulaştırmak için yapıyorlar.

Diyorlar ki “insan özünde ve doğuştan zaten kötüdür, bizim yaptığımız açgözlülükleri, kötülükleri ve israfları hor görmeyin, herkesin cinayet işlediği bir yerde kimse katil değildir”.

Tabii yersen…

Sonra da baktılar ki biz kendi çıkarlarımız doğrultusunda işsizler ve çalışanlar olarak bir araya geldiğimiz ve dayanışmaya başladığımız zaman artık onların çıkarları için tehlikenin boyutu artmış demek.

Onlar da, piyasada var olduğu zannedilen rekabet algısının ötesinde ve kendi çıkarları ekseninde bir araya gelmeye başlıyorlar.

Dernekleşiyorlar, vakıflaşıyorlar, kulüpleşiyorlar, çıkar grupları oluşturuyorlar ve mümkün olduğu kadarıyla bütün araçları kullanarak senin-benim, bizim, halkın çıkarlarını, toplumsal çıkarlarımızı baskılamaya ve bastırmaya çalışıyorlar.

Örneğin bir fabrika sahibi olan sermayedar, atıklarını geri dönüşüme göndermek yolu varken, bir dereye veya etrafında insanların yaşadığı bir araziye bırakıyor ve sırf kendi çıkarına olduğu için, maliyetlerden kaçmak gibi bir çıkarı olduğu için, toplumsal boyutta zararlara yol açıyor.

Aynı şekilde daha az kirli gaz salabilmek için baca filtresi kullanmak yani bir takım maliyetleri göze almak yerine, çıkarına aykırı olduğu içni bu yollardan vazgeçerek içinde bulunduğumuz doğayı ve toplumu zehirliyor.

Kısacası bireysel çıkarlarını toplumun, çevre ve doğanın çıkarlarının önüne koyuyor.

Elbette bunun mümkün olmasına prim verilen ve hatta bunun teşvik edildiği bir piyasa düzeninde, bir kapitalist düzende, içinde bulunduğun ülkede olduğu gibi dünyanın bir çok ülkesinde bulunan sermayedarlar paçayı yırtmayı başarıyorlar.

Bizler dünya toplumları olarak, garibanlar olarak dayanışmaya başlıyoruz, sivil toplum kurumları oluşturuyoruz, eyleme geçiyoruz fakat tam o noktada belki aslında olmaması gereken bir şey oluyor. Kapitalistlerin egemenliğine mahkum olmuş devletlerimiz ne yapıp edip, ister gölgelerde tuttuğu jopları çıkararak olsun, ister de farklı farklı baskı yöntemlerini bastırmak yoluyla olsun, bir şekilde halkın çıkarlarını, toplumsal çıkarlarımızı baskılamayı başarıyor.

Bu durumların istisnaları yok mu? Elbette var. Bu istisnaların gerçekleştiği kapitalist toplumlar ve kapitalist devletler var. Fakat yine de üretilmiş bütün değerin ve doalyısıyla gücün merkezileştiği bu yapılar, sermayedarlar ve onların çıkar örgütleri işin üstesinden gelebildikleri kadar geliyorlar.

Altından kalkamayacaklarını anladıkları anda VIINN Tası tarağı toplayıp başka bir ülke veya coğrafyaya üretim sahalarını taşıyorlar. Biliyorlar ki o kittikleri yerde kendilerince böyle çıkar çatışmaları yaşamayacaklar.

Bu düzen, küresel boyutta dünyanın her köşesine sirayet ettiği için sanki biz başka bir model veya dünyanın mümkün olmadığını düşünüyor olabiliriz.

Fakat neredeyse her yayında tekrarladığım gibi. Kendinden önce denenmiş bütün ekonomik deneylerde olduğu gibi içinde barındırdığı bu problemlerle özellikle bireyin çıkarının toplumun çıkarının önüne koyulduğu haliyle her nasıl köle-efendi düzeni yerini ağa-maraba düzenine bıraktıysa, yine nasıl ağa-maraba düzeni yerini kapitalizme bıraktıysa, kapitalizm de kendi yerini başka bir düzene bırakacak.

İşte tam o noktada. Kapitalizmin ötesine geçtiğimiz noktada. Bizler, insanlık olarak, daha uygar ve daha medeni olma kaygısı taşıyan varlıklar olarak ya yine bireysel çıkarların toplumsal çıkarların, insanlığın çıkarlarının, doğanın çıkarlarının önüne alındığı bir düzen kurup o düzenin sultası altında baskılanmaya ve bastırılmaya devam edeceğiz, ya da diyeceğiz ki bu düzen böyle gitmez!

Üstelik başka bir dünya ve hep birlikte kurtuluş mümkünden.

İçeriği beğendin mi? Beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin!
Become a patron at Patreon!

SON 5 BÖLÜM

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir